Sorumsuzlukların sonucu...

  Daha önceki yazılarımızda kısmen değindiğimiz Suriyeli SIĞINMACILARIN durumuna birazda yasal çerçeveden bakalım. Önce mülteci, sığınmacı ve göçmen tanımlarına bir göz atalım. Mülteci :  Ülkesinde ırk, din, sosyal konum, siyasal düşünce yada ulusal kimliği nedeniyle kendisini baskı altında hissederek kendi devletine olan güvenini kaybeden, kendi devletinin ona tarafsız davranmayacağı düşüncesi ile ülkesini terk edip, başka bir ülkeye sığınma talebinde bulunan ve bu talebi o ülke tarafından "kabul" edilen kişidir. Sığınmacı :  Yukarıdaki nedenlerden dolayı ülkesini terk eden ve henüz sığınma talebi, kaçtığı ülkenin yetkilileri tarafından "soruşturma" safhasında olan kişidir. ( İskan kanununun 3/ 3 maddesine göre "Türkiye'de yerleşmek maksadı olmayıp bir zaruret ilcasıyla muvakkat oturmak üzere sığınanlara sığınmacı denir.) Göçmen : Mülteci tanımında bulunan nedenlerin dışında, çoğu zaman ekonomik gerekçelerle, ülkesini gönüllü olarak terk ederek başka bir ülkeye, o ülke yetkililerinin bilgi ve izni ile yerleşen kişidir. Kaçak göçmen :  Gittikleri ülkenin yetkililerine kendilerini bildirmeden veya iznini almadan o ülkede yaşayanlardır. Şimdi konumuza dönelim. Üç yıl önce siyasal iktidarımızın ve özellikle onun başı tarafından çıkarılan Suriye iç savaşından sonra adeta davul zurna eşliğinde davet ettiğimiz Suriyelilerin durumu sizce yukarıdaki tanımların hangisine uyuyor. Tabii ki siyasal iktidarın tüm yetkilileri ağız birliği etmişçesine bu tanımlamalardan başka bir şey icat ettiler. "Suriyeli misafirler."      Sanki onları kendi evlerinde ağırlıyorlar ve babalarından kalan miras ile besliyorlar.                       Büyük bir bölümü kendi ülkesinde orta sınıfa dahil olan ve Türkiye ortalamasının üzerinde bir yaşam standardı bulunan bu insanların yaklaşık 1,5 milyonunun yurdum insanının hoş görüsü ve yardımseverliği sayesinde yarı dilenci durumunda yaşamaya çalışmaktadır. Oluşturulan kamplarda kalanların kira, elektrik, su giderleri olmayıp, haftalık temel ihtiyaçları için gereken ödemeler düzenli bir şekilde yapılmakta iken, kamplar dışında yerleşmiş bulunanlar tüm bu ihtiyaçlarını da kendileri temin etmek zorundalar. Yani ya kaçırabildikleri birikimleri ile ayakta duracaklar ya da çalışacaklar. Peki Ülkemizin 1951 yılında imzaladığı ve 05.09.1961  tarihinde 359 sayılı kanun ile yürürlüğe giren  sözleşmede mültecilerin çalışma hakları nasıl tanımlanıyor. Madde 18- Taraf devletler, ülkelerinde yasal olarak ikamet eden mültecilere, tarım, sanayi, küçük sanatlar ve ticaret sahalarında kendi işyerlerini açma ve sanayi, ticari şirketler kurmak haklarıyla ilgili olarak mümkün olduğu kadar müsait ve her halde genel olarak aynı şartlardaki yabancılara tanıdıkları haklardan az müsait olmayan muameleyi uygulayacaktır. Önceleri yüzeysel olarak değindiğimiz ve statüleri belirlensin diye çağrı yaptığımız Suriyelilerin bu hakları teslim edilmiş midir? Daha geçtiğimiz hafta içerisinde Gaziantep'te yaşanan cinayet sonrası Başkent'te yapılan toplantıda İlimiz Büyükşehir Belediye Başkanının dile getirdiği yöntemle bu sorunun çözüleceğini uman kimse var mı acaba? Onların şehir dışında oluşturulacak kamplara sürülmesi, çalışanlarının ve işyeri açmış bulunanlarının daha sıkı denetleneceğinin ifade edilmesi yaşanan (daha doğrusu yaşatılan) sorunları nasıl çözecek? Halkımızın siyasal iktidarın söylemlerine ve onları sorun olarak gösteren açıklamalarına rağmen sırf insani duygular ve bazen de akrabalık bağları nedeni ile sahip çıktığı ve yardımseverlik gösterdiği bu insanların sorunlarının çözüme kavuşmasının bir tek yolu var. Yasal statü kazandırmak.     Bu düzenlemeyi yapacak olan da herhalde bizim mahallenin ihtiyar heyeti  değil. Onların ülkesinin karıştırılarak savaşa sürüklenmesine sebep olan ve sınırlarımızı sonuna kadar açıp davet eden siyasal iktidardır. Bu günden tezi yok bu konu ele alınmalı, Birleşmiş Milletler sözleşmeleri çerçevesinde düzenlemeler yapılmalı. Yerel yöneticiler ayrıştırıcı ve bu insanları sorun olarak gören ve gösteren söylemlerden sakınmalıdır.    Sokaktaki insanımız ise empati yaparak "Ben bu durumda olsam ne yapardım" diye düşünmeye başlamalıdır. Haydi yurdum insanı, asıl sorun sana düşüyor. Siyasal iktidarın yanlış politikalarının sonucu yaratılan "çatışma" yerine daha fazla "dayanışma." Siz sahiplenin ki onları bu hale düşürenler "Yasal Düzenleme yapmak zorunda kalsınlar." 19. yüzyılın hastalığı olan ırkçılık ve faşizan yaklaşımlar size yakışmaz. Sizler tüm dünyada barışın egemen olması için savaşan bir çağın insanlarısınız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Muhammet Hayri Arşivi