Fevzi Günenç
Nerede benim o eski kulak çalgılarım?
Yayınlanma:
Güncelleme:
Kulak çalgısı sözcüğü sizin için hiç bir anlam taşımıyor değil mi? Oysa eskiler için büyük ölçüde anlam taşırdı.
Kulak çalgısı plak demekti. Plak demek Hamiyet Yüceses, demekti. Müzeyyen Senar, Safiye Ayla demekti.
İstanbullular, “Hamiyet’in “Her yer karanlık sedasını Taksim’den Beşiktaş’a uzardı der de, benim güzel Gazianteplilerim:
“Hamiyet, Maarif sazından sada ettiğinde sesi Almacıbazarı’ndan bile duyulurdu” demez miydi?
Çocukluğumuzda bir santim boyundaki cüce cinlerin içinde sazlar çalıp şarkılar söylediği sihirli kutu radyo’dan başka bir şeydi kulakçalgısı.
Benim güzel insanlarım ne güzel isimler yakıştırırlardı yeni icatlara. Bisiklete cansız at dedikleri gibi gramafona da kulakçalgısı derlerdi.
Kulakçalgısını ilk kez, anacığım güzel Zeliş’imin doğduğu Sarıt köyünde görmüştüm. Her türlü yeniliğin öncüsü olan Şafık dayım askerden gelirken, yanında bir kulakçalgısıyla getirmişti.
Nerdeyse tüm köylü kulakçalgısının başına birikmişti, bu acayip şeyin marifetinin göterileceği gün.
Neyin nesiydi ki bu kulakçalgısı? İçinde cinlerin cümbüş yaptığı radyo kutusuna benzer bir kutuydu ama ne istasyon bulmak için kıvrılacak kulağı ne sesini açıp kapatacak mandalı ne de pili, bataryası vardı...
Dayım törenle kapağını açmıştı kulakçalgısının. Aha! Kapağı da açılıyordu bunun. Oysa radyonun kapağı asla açılamazdı. Açılırsa içindeki parmak boylu cinler korkusundan kaçışır, bir daha da seslerini duyamazdık onların.
Dayım L biçimindeki bir kolu, kulak çalgısının bir deliğine soktu, kıvırmaya başladı.
“Kulakçalgısı yaylıdır,” dedi. Yay’ını kurmazsanız cinler türkü söylemezler.
“Faytoncunun atları şavka getirmek için şaklattığı kırbaç gibi bi şey desene şuna dayı?” diye konuştu Necip ede.
“Aynen öyle...” diye onu onayladı Şafık dayım.
Dudak büktük hep birlikte. Bizim şimdiye dek bildiğimiz bir tek yay vardı, o da:
“Oğlan yayılı kız yaylı,
Kızın döşü kalaylı” türküsündeki yay’dı.
Yay’ı kurulduktan sonra dayım büyücak özel bir zarfın içinden yuvarlak, kara bir şey çıkarttı.
“Bunun adına plak derler...” dedi. Sizin radyonun içindeki cinleriniz bu plağın içindeler şimdi.
Doğrusu çok şaşırmıştık. Cinler radyonun içine tıkış tıkış dolabilirlerdi. Ama bu incecik şeyin içine nasıl girerlerdi?
Dayım, plağı kulak çalgısının içindeki yuvarlağın üstüne yerleştirdi. Sonra da başka bir kolu bunlara doğru yaklaştırdı.
Kolun yaklaşmasıyla birlikte, plağın konduğu yuvarlak dönmeye başladı. Dayımın bıraktığı kolun ucunda bir iğne vardı. Bu iğne kara plağın üstünde dönmeye başladı. Onun dönmesiyle birlikte, cinler harekete geçti. Tıpkı radyodaki gibi çalıp söylemeye koyuldular:
“Sabahleyin erken çifte giderken aman aman
Öküzüm torbadan düştü gördün mu amanın yandım
Bedava mı sandın, para vidim aldım...”
Öküzün torbadan düşmesi mi, ezgi mi hoşlarına gitti bilemem, az sonra Sarıtılar el çırparak katıldılar cinlerin türküsüne.
Hoca Dedem kalabalıktan uzakta, kulakçalgısıyla ilgilenmiyormuş gibi davranıyordu ama ben gördüm. Cinler “Para vidim aldım” dedikçe galiba omuzları oynuyordu onun da.
Şu cinler tuhaf yaratıklar valla. Ne acayip türküler uydururlar. Şimdi de kara plaktaki erkek cin elini kulağına atmış, bizi güldüren aykırı sözler söylemekteydi:
“Manda yuva yapmış söğüt dalına aman aman
Yavrusunu sinek kapmış gördün mü amanın yandım...”
Ben aradan yıllar geçtikten sonra öküzün torbadan düşmesinin, boynundaki yem torbasının düşmesi olduğunu öğrenecektim ama benim canım Sarıtlılarım torbadan düşenin öküzün kendisi olduğuna inanmakta ısrar edeceklerdi.
Aynı şekilde mandanın yaz sıcağından korunmak için serinlenmek üzere, dere suyuna serpilmiş olan söğüt dalları arasına yerleşmiş olduğunu... Yavrusunu ise at sineklerinin daladığını öğrenecektim ama bu öğretileri de anlamaya da yanaşmayacaktı benim Sarıtlı güzel kuzenlerim.
İşte böyle bir şeydi bir adı da gramafon olan kulakçalgısı. Geçtiğimiz gün Bakırcılar Çarşısından geçerken karşılaştım bu eski tanışla. Gülümseyip duruyordu bana.
Ah şu Çinliler ah! Sadece hacılarımıza tesbih yapıp satmakla yetinmiyorlardı. Kulakçalgısı yaramızı da deşebiliyorlardı üç beş kuruş kazanabilmek için.
İyi ediyorlardı yine de. Yoksa unutup gidecektik, bir plağa bile sığdırılabilen içinde minik cinlerin çalıp söylediği gramafonu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.