BU KARPUZ KELEK

BAY ŞAFAK ÖYKÜLERİ: İKİNCİ BÖLÜM-18   BU KARPUZ KELEK   Köyden kente taşındıktan sonra aramız açıldı Şafak dayımla. O bana: “Sen solcu olmuşsun, yoldan çıkmışsın!” diye kızıyordu. Bense şunları söylemek istiyordum ama bir türlü söyleyemiyordum: “Dayı sen bir köy çocuğusun. Ezilmişsin, ezilmeye devam ediyorsun. Kendinden de fazla ezilenlere yardım elini uzatıyorsun. Senin de özünde solculuk var ama o kurdu içinden çıkartmaya korkuyorsun. Gel artık şu gerçekleri gör. Bireysel kurtuluşa boş boşuna umut bağlama. Toplumsal kurtuluşun bayrağını tutanlardan o, en önlerde ol…” Evimiz Akyol’da. Babamın Suburcu’daki dükkanına gidebilmek için Eblehan Yokuşundan geçmem gerekiyor. Dayımın bakkalı ise tam yokuşun başında. Her gün korka korka geçerim oradan. Dayım eline yine sopayı salıp beni kovalar diye çekiniyorum.  Kim bilir belki de bu değil asıl amacım. Belki de kaşınıyorum. Dayım beni dövsün, toplumun kendisine yüklediği acıları benim sırtımdan çıkartsın istiyorum. Her sabah koltuğumun altına sıkıştırdığım Cumhuriyet gazetesiyle geçerim onun dükkânının önünden. Amacım kendisini kışkırtmak değil ama o ifrit olur beni  solcu gazeteyle geçerken görünce.  Dükkânının kapısı arkasına gizlediği sopasını kapar, peşime düşer. “Seni pis solcu yumurcak! Gene solcu gazete okuyorsun, değil mi?” Son günlerde dükkânının önüne attığı küçük hasır iskemlelere oturmuş, birkaç delikanlıyla söyleşirken görüyorum onu. Söyleşiye öylesine dalmış oluyor ki, benim geçip gittiğimi gördüğü bile yok. Bir sabah dükkânında yalnız gördüm onu. Kapıya yakın bir yere iki tane portakal sandığı koymuş, kurşun kalemle bir şeyler yazıyordu. Görülmemek için usulca sıvışmak istedim ama o beni gördü. “Bahrican!” diye seslendi. Buyur dayı…” dedim kekelercesine. “Gelsene hele.” “Yok gelmeyeyim dayı.” “Gel gel korkma. Sana ilişecek değilim. Değiştim ben. Sen de sinin gibi solcu oldum ben de.” Şaşırmıştım. Çok şaşırmıştım. Doğru mu söylüyordu acaba? Yoksa beni ele geçirebilmek için tuzak sözler miydi bunlar? Bir güç beni ona doğru itti. Usul usul yanıştım yanına. Hasır bir sandalye sürdü altıma. “Ne yazıyorum biliyor musun yeğenim?” diye sordu. “Bilmiyorum,” dedim. “Oku şu yazımın başlığını.” Okudum. “soygun düzeninin bekçileri” diye yazıyordu. Gerçekten değişmiş miydi dayım ne? Nasıl solcu olduğunu anlattı kısaca. “Birkaç gençle tanıştım. Yüksek okullarda okuyorlar. Kimi avukat, yargıç olacak, kimi mühendis filan. Yarın bu ülkenin önde gelen sözcülerinden, milletin asıl vekillerinden olurlarsa şaşma. Tanımalısın onları. “Tanıştırırsan tanış olurum dayı.” “Biri Ercan Ganer, biri Heyri Gurtgözü, biri Höggeş Sevin. Hepsi de inci gibi çocuklar. İşçi Partisinin gençlik kolundan oluyor bunlar. Ben de yazıldım İşçi Partisine. İstersen seni de götürürüm oraya.” ““Çocukları alırlar mı ki dayı?” “Ben götürürsem alırlar. Hem sen çocuk sayılmazsın. Sendeki kafa, sendeki yürek bir çok büyükte yok. Vekillerimizde, başbakanda bile yok.” Koltuklarım kabardı. “İyi, gidelim,” dedim. Tezgâhın altından bir gazete çıkarttı. “Bak, bu Akşam gazetesidir,” dedi. “Ben artık bunu okuyorum. Çetin Altan bu gazetede yazıyor.” “Öyle…” “Sen de okumalısın Akşam’ı, Çetin Altan’ı.” “Çoğunlukla okuyorum zaten.” “Haydi, şimdi işine git. Her gün uğra bana.” “Uğrarım dayı.” İçimden bir kuş havalandı. Utanmasam türkü söyleyerek, oynayarak aşacağım Eblehan yokuşunu. ***  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fevzi Günenç Arşivi