BAY ŞAFAK ÖYKÜLERİ: İKİNCİ BÖLÜM-19

BAY ŞAFAK ÖYKÜLERİ: İKİNCİ BÖLÜM-19   Ertesi gün yine uğradım dayıma. Yüzü gülüyordu. Bugün iki iyi, bir de kötü şey oldu,” diye başladı söze. “Önce kötüyü söyleyeyim. Akşam serinliğinde Kırkayağın oralarda biraz hava alayım dedim. Gençlerin benim dükkâna gelip gittiği, polisin dikkatini çekmiş. Hani yirik burunlu bir sivil var ya, işte o, polistir. Tanır mısın?” “Tanımam.” “Bunun polis olduğunu ben de bilmiyordum. Bizim gençlerden öğrendim. Baktım peşime düşmüş, beni izliyor bu yirik. Ben duruyorum, o da duruyor. Ben yürüyorum, o da yürüyor. Dönüp yanına vardım.” -  Çaktırmadan adam izlemek zor değil mi arkadaş?”  diye sordum. Pişmiş kelle gibi sırıttı. Benim polisten gizleyecek bir şeyim olmadığını söyledim. Birlikte yürümeyi önerdim - Benden öğrenmek istediğin şeyler varsa sor, cevaplayayım. Sen de ıkınıp sıkınmaktan kurtul, dedim. Kırkayak kahvesine oturduk. O bana son günlerde dükkânıma gelen gençleri sordu. Duymazlıktan geldim. Ben ona  kitap okuyup okumadığını sordum. Bazen okurmuş. “Sen Goroki’nin Ana romanını okudun mu?” dedim. “Cık…”  dedi “Ya Nazım babanın “Yaşamak Güzel Şey be Kardeşim”ini?..” “I-ıh.” “Salona ustanın Fontamara romanını da okumamışsındır sen.” “Okumadım.” “Bunları okumadıysan yaşadım deme sen boşuna,” dedim. Mosmor oldu. Sesini çıkartmadı. Çayını içmeden kalkıp gitti. “Kötü olan bu mu?” “Bundan kötüsü olur mu yeğenim? Koskoca devletin koskoca polisi Nazım babayı bilmiyor. Goroki’nin Ana’sını okumamış. Biriken borçlarından dolayı elektrikleri kesilen, bu yüzden de başkaldıran İtalya’nın Fontamara köylülerinden haberi yok polisimizin” Güldüm. Dayım da güldü. “İyi haber ne?” “Birincisi Çetin Altan’a mektup yazdım. Köylülerimizin sıkıntılarını anlattım. Her yeni kuşakta evlatlarımız arasında bölüne bölüne topraklarımızın avuç içi kadar kaldığını anlattım. Derdimize derman ol dedim ona.” “Umarım olur,” diye konuştum. Çok iyimserdi. “Olur olur…” dedi. “İkinci iyi haber?” “Palta Heyri ile tanıştım. Çok büyük adam. Emin Kılınç’ın Musikiyle düşünce derslerine devam ediyormuş. Gazetelere yazılar da yazıyormuş. Benim gibi solcuymuş o da. Müşterim oldu. Karpuz sattım kendisine.” “Kelek çıkmayaydı bari karpuzun.” “Çıktı… Benden önce Sait Bakkal’a gitmiş. Sait bakkal dan bir karpuz almış. Karpuzu eve götürüp kesmiş ki kabak gibi bembeyaz. Kelek çıkmış yani. Geri götürmüş. Sait bakkal öfkelenerek bağırmış. -Karpuzları ben mi yapıyorum! İçi kırmızı mı, beyaz mı nereden bileyim?” Ondan aldığı karpuzu çöpe atmış Bay Heyri.. Bana geldi. “Bakkal kardeş. Sen köylüsün. Karpuzun olgunu hangisi, keleği hangisidir, bilirsin. Bana şöyle bayrak gibi kıpkırmızı bir karpuz ver.” Seçtim bir karpuz. Döşüne vurdum bıçağı karpuzun. Kelek.  Bir karpuz daha seçtim. O da kelek çıktı. İki üç, derken beşinci karpuz tam istediğimiz gibi çıktı. Yüzüm güldü. Tarttım, parasını aldım. -O kelek çıkanlar ne olacak? diye sordu bana Bay Heyri. -Çöpe atılacak, dedim. -Her gelene böyle yaparsan topu dikersin sen, dedi. -Dikeyim dedim. Müşteriyi memnun etmek topu dikmekten iyidir.” O gün eve gitmiş. Çoluk çocuk dişlerini göme göme, güle oynaya afiyetle yemişler olgun karpuzu. Bugün bunları anlattığında kendim yemiş gibi keyiflendim. SÜRECEK  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fevzi Günenç Arşivi