Öğrencilerinden Kerem Özgündüz Emin Kılıç’ı anlatıyor (1)

  f2 GAZİANTEPLİ 100 TÜRK BÜYÜĞÜ Öğrencilerinden Kerem Özgündüz Emin Kılıç’ı anlatıyor (1)   Kuşkusuz ki Emin Kılıç Kale de Gaziantepli 100 Türk büyüğünden biriydi. Benim de onunla ilgili anılarım var. Onu yazarken hep Baş yazmanı Hayri Balta’dan bilgi alacağımı düşünüyordum. Derken hiç aklıma gelmeyen bir başka öğrencisinden, Kerem Özgündüz’den onu kapsamlı olarak anlatan bir yazı aldı. Kendi anlatacaklarımı erteleyip sözü burada Özgündüz’e veriyorum: “Uzun bir filmin son sahneleri son dakikalarıydı. Son yazmaya da ramak kalmıştı. bitmesin istiyorduk oysa. Kamera dar bir koridordan aşağıya doğru  inmeye başladı.   Demir kapıya ulaştı. Bu dar girişin üstünde  üretimi durmuş cam bir fanus   fanusun içinde sarı bir ampül vardı. Akşam ders varsa eğer ışık açık bırakılırdı. Giriş dar olmasına karşın bahçe çok büyüktü. İçinde yüzyıllık ağaçlar  gökyüzüne uzanıyor etrafınızı kuşatan ferahlık içinizi aydınlatıyordu. Renk renk biçim biçim çiçekler  boy boy değişik bitkiler duvara yakın güneş alan bölgelere serpiştirilmişti. 150 yıllık evin odaları sol tarafa kümelenmişti.  Taş merdivenleri çıkıp dama ulaştığınızda  Gaziantep ayaklarınızın altına serilir 5, Zırhlı Tugayı uzaktan görebilirdiniz. Kahramanımızın odasının duvarları merdivenin hemen başındaydı. Fotoğraflarla donatılmıştı. 27 yıl süren tahsil hayatının önemli simaları  camın ardından size bakarlardı. Haci Emin Dede neyzen ve hattattı. Kısa boylu bir adam olmasına rağmen hiç zorlanmadan 90 santimlik bir ney üflüyordu. Sanki kolu ve eli uzamıştı. Yenikapı mevlevihanesinin son ser neyzenbaşısıydı. Kolejden Yale Üniversitesinden tıbbiyeden askerlikten birlikte olduğu   ilham aldığı ders aldığı birbirinden değerli şahsiyetler arz ı endam ediyordu. Odaya duhul olduğunuzda  tatlı bir ilaç kokusu alırdınız. Gaziantep lehçesinde eşiklik tabir edilen giriş özel kesim  kırmızı mermerle kaplıydı. (çarpın taşı) eskinin betonu sayılan ve bu tip evlerde sıkça  kullanılan halep sıvağının üstü sıcak olsun diye ahşap parke döşenmişti. Duvarlar  neme çürümeye dayanıklı  çam  ağacıyla  işlenmişti. Sonderece sanatkarene işçiliği hissedebilirdiniz. O günün dünyası yaptığınız işin tadını çıkarmanıza izin verirdi. Acele denilen hastalığa henüz düçar olmamıştık. Yaklaşık 24 metrekarilik bu odadaki mefruşat sonderece sade basit fakat bir o kadarda fonksiyoneldi. Ahşap bir masa/demir mekanizması sayesinde sağa sola dönebilir arkaya öne yatabilir  bir koltuk/bolca rüstik tahta  sandalyeler/ ceviz işlemeli ilaç dolabı üstü deri kaplı 4 kişilik bir kanepe. Yorgan yeri tabir edilen boşluklara ekstra raflar atılmış .İçlerine deri kaplı İngilizce Osmanlıca ve Türkçe kitaplar dizilmişti. Camlı dolabın içinde mansur şah ve ara akortlardaki yüzyıllık neyleri görebilirdiniz. Kapıya yakın dolapta ise udlar kemanlar ve bir def vardı. 650 yıllık musiki geleneği bu odada meşk ediliyordu. Mobilyalar/ kitaplar/ fotoğraflar /dolabın içinde duran  musiki külliyatı sahibinden razıydı. Onun elinde  bir kral ihtişamı yaşıyorlardı. Yalnız onlar değil yastık yeri / kapı / pencere/  saat / derece/  takvim duvar bilcümle eşya  hayatından memnundu. Taşlara bile onun kokusu sinmişti. Bir keresinde yolda bulsanız dönüp bakmayacağınız  bez bir  ud kılıfı için kıyamet koparmıştı. Çünkü o esaretteki ilk hocası Haci Ömer Dedenin udunun kılıfıydı. Nota defterine diğer bir hocası mercimek iriliğinde ek yapmıştı  elden ele dolaştırıp fikrimizi sormuştu. O küçücük karalama karunun  hazinelerine denkti. Günümüzde esamesi okunmayan hassasiyetlere önem verirdi. ... Herşey ahnek uyum ve dinginlik içreydi. Yüksek tavan bir mabet duygusu yaşatırdı. Bu küçük  mekan çok uzun yıllar birçok amaca birden aynı anda  hizmet etti. Gündüz kişisel odası. Hasta gelirse muayenehanesi. Akşam ise derslikti.  Öğrenciler sevenler ve  misafirler mekanın müdavimleriydi. Haftanın 4 günü ders vardı. Pazartesi salı cuma musikiye ayrılmıştı.  Cumartesi ise felsefeye... Dile kolay tamı tamına  39 yıl!.. Musiki İngilizce ve felsefe  dersleri bir gün bile aksamadan devam etti. Hoca pazar bayram tatil bilmezdi . ihtiyaç da duymazdı. 119 makam bu odada deşifre edildi .Duvarlar nice şarkılar karlar murabbalar ayinler tecvihler  dinledi. Çıplak sandalyelere her türden insan oturdu. Profösör cerrah  subay elektrikçi camcı muhasebeci boyacı kapıcı deli. ilginç sorulara uzun sohbetlere anlatılması güç ağır bahislere tanıklık etti. Nacarları/ kitapları /musiki enstüramanları/ nota sehpaları/kapı pencere yorulmak bilmedi ama bir gün mal sahibi tamamen biyolojik nedenlerden dolayı yoruldu. yorulmakta da son derece haklıydı. Yaş 87 olmuştu.     GAZİANTEPLİ 100 TÜRK BÜYÜĞÜ/FEVZİ GÜNENÇ Öğrencilerinden Kerem Özgündüz Emin Kılıç’ı anlatıyor (2)   Rüştiyenin (lisenin ) son sınıfında okurken 1. Dünya harbi patlamış orduya alınmıştı. . Onun yaşındaki ve konumundaki zengin çocukları yerlerine birer gariban gönderip savaştan kaçtılar. O ve birkaç arkadaşı gönüllü oldular. Çok sevdiği iki dostu  Kafkas cephesine, kendisi ise yemen Mekke Medine Cephelerine sevk edildi..4. Ordu Baalbek Hizmeti Maksure Talimgahı. Savaşın birinci yılında bedeviler tarafından İngilizlere satıldı. Subay olduğu için para ediyordu. Mısırda İskenderiye şehrinde Seydi Beşir Üsera Karargahında 1 yıl esaret. Bitler açlıklar uykusuz günler. siperlerde  çadırlarda savaş meydanlarında  geçen 8 uzun yıl. Birinci Dünya Harbi sonlandığında  evine geldi ancak  3 gün dinlenebildi. Kurtuluş Harbi başladı. Özdemir Bey komutasında 4 ayrı cephede komutanlık. 2. kolordu 9. fırka 25. alay 2. tabur 3. bölük. 17 yaşında bıyıkları yeni yeni terleyen  bir delikanlı olarak katıldığı peygamber ocağından 25 yaşında bir yetişkin olarak döndü. Birisi Devleti Aliyeyi Osmaniye den diğeri cumhuriyetimizden 2 madalya aldı. Birinciyi bedeviler çaldı. ikincisi elimizde. Rütbesi asteğmenlikten üsteğmenliğe yükseldi. Antebin 13. Belediye Reisi babası  Kaleağasızade Mustafa Efendi kendisine münasip bir eş ve iş  hazırlamıştı. elini öptü" affet baba" dedi "Ben okuyacağım yarım kalan tahsilimi devam ettireceğim" . Uzun sürecek  yeni  çileli bir hayata yine gönüllü oldu. Siperde esarette deve sırtlarında ilerlettiği İngilizcesi onu  Robert Koleje taşıdı. Robert Kolej   Yale Üniversitesine. Son durak İstanbul oldu.   İstanbul üniversitesi tıp fakültesi tıp doktorluğu diploması. diploma Numarası.10374505 Gaziantep’e dönüp muayenehanesini açtığında 42 yaşındaydı. Aradan bir buçuk yıl geçti. 2. dünya harbi patladı. Baştabip olarak yeniden orduya çağrıldı. 39. tümen. 17, Kolordu Cerrahi Hastanesi İskenderun. Ordudaki son görevinden ayrılırken Rütbesi yüzbaşıydı. 9,5 yıl ordu hayatı… Şehrine dönüp hocası Mehmet Ali Erton beyin nam ı diğer Baba Efendinin   emri ile ders vermeye başladı. . 39 yıl pazar bayram tatil demeden bila ücret İngilizce musiki ve felsefe öğretti. Yorulmakta haklıydı. Onca  yılın sonunda gözümüzün  önünde bir mum gibi erimeğe başladı. Hergün biraz daha bizden uzaklaştığının farkındaydık. Çocuklarının ve öğrencilerinin ısrarlarına rağmen dersleri tatil etmeyi reddediyordu. "Hayır diyordu ben iyiyim  hiç  birşeyim yok devam hadi bakalım." Derslerde biraz canlanıyor sonra yeniden halsizleşiyordu. Uzun yıllar önce kabiliyetli bir öğrencisi: "Efendim demişti ben bu yükü kaldıramıyorum. Beni affedin." Neylerini musiki defterlerini o aleme ait neyi var neyi yok mal sahibine teslim edip müsaade istemişti. Bir daha da o kapıdan içeri adım atmadı. Aradan uzun  yıllar  geçti bir dostu "yahu hocan gidiyor. Dünya gözü ile gitsen de son bir kez görsen"  diye uyardı. Abiyi fotoğraflardan tanıyordum. Kapıyı ona ben açtım. Gitti elini öptü. Hoca gözlerini kısıp tüm ciddiyeti ile eski öğrencisine baktı "Sen kimsin ?" diye sordu. "Ben Abdurrahman efendim." "Ooo hadi geç otur bakalım." Adam oturdu. perişan haldeki öğrencilere kaybolan uzun yıllarına baktı. Pınar  akarken o ıssız çöllerde bir damla suya haret yaşamıştı. Uzun uzun odaya eşyalara göz gezdirdi sandalyesine yavaş yavaş  alışırken dev çınar hala ayaktaydı ama vücudun da bir ömrü  vardı. Bir yıldız gibi kayıp gitmesi an meselesiydi günleri dakikaları sayılıydı. "Aferim Abdurrahman Ağa" dedi. "Derslere devam etmeye karar verdin hah. çok güzel. Göreyim seni açığı kapatacaksın. " Emin Bey eline fırçasını almış sanal  bir tablo çiziyordu. Bugün günlerden Halkevinde öğreticiliğe başladığı ilk gündü.  Yaşı 45 di. Amerikan Hastanesinin karşısındaki, evinden yürüyerek gelmiş masasına oturmuştu. Çantasını ve ney ini masaya bıraktı. Talebeleri beklemeye koyuldu. Tıfıl  Abdurrahman Ağabey geldi. Ney ve musiki tahsil etmeğe gönüllüydü. Ekmek parasını çıkarırken bir yandan da  kendisine maddi hiçbir gelir sağlamayacak bir işe soyunuyordu. Takdire şayandı. Hoca "aferim" dedi onun bu gayretkeşliğine. "Aferim hadi göreyim seni," Hepimiz film bitiyor sanıyorduk.  Oysa yeni başlıyormuş hiçbirimizin haberi yoktu. Haberi olan sadece bir vardı.   Resimler: 1.Haci Emin Dede  (Emin Yazıcı) 2. Haci Ömer Dede 3. Emin Kılıç Kale , dünya harbinde, 4. Mısır esaret 5. İstiklal harbinde 6.İkinci Dünya Harbinde sağdan üçüncü 7. Emin beyin babası 8. Mehmet Ali Erton (baba efendi) 9. Neyler        

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fevzi Günenç Arşivi