Ne güzeldi Kavaklıklı o günler…

    Önce Alleben’i yazdık. Sonra Dutluk’u… Şimdi sıra Kavaklık’ta. Kavaklık aslında Alleben’in anasıdır. Alleben, bu güzel mesire yerimizin içinden S’ler çizerek doğuya doğru akar gider. S’lerin karnında bulunan her bölüme ada derdi eski Gaziantepliler. Pazar günleri o adalara sahreye gidilirdi. Buraya geri dönmeden önce Alleben hakkında bitmemiş iki çüt haneğimiz daha var, onu da söyleyek de dilimiz şişmesin. Alleben en eskilerde mentecilerin yatağıymış. Rakıyı kim yitirmişi ki menteciler bulsun. Onlar bulurlarsa öküz öldüren şarabı içerler, bulamazlarsa mavi ispirtoya talim ederlermiş. Alleben’in karşı kıyısında cartlak kebapçıları mekan kurmuşlar bir zamanlar. “Yelle kızım firdös” deyimi buradan kaynaklanıyormuş. Bu kebapçılardan biri de yaşlı baba ile kızı Firdös imiş. Müşteri bol olmadığından, ateş yanıp bitmesin diye üstü küllenirmiş. Öteden müşteri göründüğünde ise bizim cartlak kebapçı baba közleri kor ateşin üstünden sıyırıp artık kömürleşmeye yüz tutmuş olan ateşi harlandırsın diye kızına seslenirmiş: “Yelle gızım Firdös…” Alleben denince unutulmaz isimlerden biri de Kovboy İbrahim’dir. Basın mensupları onu iyi tanır. Zira bir zamanlar o da gazetecilik yapmıştır. Amerikan kovboylarını andıran kıyafeti içinde Alleben boyunca dolaşır dururmuş. Nerede bir başıbozuk görse onun üstünü arar, bulduğu bıçağa el koyarmış. El koyar da ne yapar bıçakları? Toplayıp götürür yine kendisi gibi gazetecilik yapan arkadaşı Sabırsız Nuru’ya verirmiş. O da ne yaparsa yapsınmış artık. İbrahim’in bu işten bir menfaat beklediği yok. Maksat ortalık silahsızlansın. Alleben’in Maanoğlu köprüsünden ötesi Kavaklıktır. Şimdi Manoğlu köprüsü nerede desem yüzde doksan sekiziniz bilmezsiniz. Sanko AVM’nin yakınlarında 4 yol kavşağındaki artık görünmez olan köprü Manoğlu’dur. Başta Gazianteplilerin Pazar günleri sahreye geldiklerini söylemiştik buraya. Durun hele bunun cumartesileri var, öbür günleri var. Pazar dışındaki günlerde esnaf sahresi yapılırdı kavaklıkta. Bu gelenek halen sürmektedir. Hafta içi Kavaklık aynı zamanda okul kaçaklarına mesken olurdu. Pazar günleri ise şehrin dört bir yanından çoluğu çocuğu toplayıp o zamanın yegâne ulaşım aracı olan at arabasına bindirerek buraya sahreye getirirdi aile reisleri. Yooo, haksızlık etmeyelim şimdi, zamanın yegane ulaşım aracı sadece at arabaları değildi. Bir de faytonlar vardı. Lakin faytona binmek her babayiğidin harcı değildi. Bu araçla sahreye gelebilmek için gelir düzeyinizin ortalamanın üstünde olması gerekirdi. At arabasına binerek Kavaklığa doğru yola çıkan aile bireyleri, köfte leğençesini darbuka gibi kullanarak def vurur, şarkılar söyler, çibik çalardı. Sahreye gelirken getirilen alet edavat arasında bir miktar yağ, biraz salça, yeteri kadar simit, soğan, köfte leğençesi, kilim olurdu. Bir çok sahreci ise yiyecek içeceğini akşamdan hazırlamıştır. Bu elbette ki dolma ile sarmadan başka bir şey olamazdı. Artık nerede boş bir söğüt altı bulunursa oraya kilimleri serer sahrenin keyfini çıkartmaya başlardınız. Çocuklar kovalamaca oynar, gençler istop oynar, anneler öğe yemeği telaşına kapılırdı.  Aile reise beylerin keyfi ise, meze olarak kullanılan yeşil erik yanında bi topak rakı ile temam olur idi. Gelirken yanınızda ıslanıp bülkülmüş açma ekmeğiniz yoksa, hemen şimdiki Hukukçular Lokalinin ardındaki fırından çarşı ekmeği alabilirdiniz. Fırın hali vakti yerinde olanlar için fırının bitişiğindeki kasapta hazırlanan harçtan lahmacun da yapardı. Hukukçular Lokali o zamanlar Sinemacı Mamet namlı bir yiğit tarafından çalıştırılırdı. Kendini fakir fukara taifesinden saymayanlar, sahresini buranın bahçesindeki masalarda yapardı. Bu bölüm aynı zamanda içkiliyidi. Asıl şenliği ise Allebenin oluşturduğu adalarda kilimlerini sererek yerleşmiş olan sahreciler oluştururdu.  Leğençeler çıkartılır, yağlı köfteler yoğrulmaya başlanırdı. Kokusu ta ötelerden duyulan köftelerin beleşçi müşterileri de eksik olmazdı. Bir dilenci: “Allah rızası için bi topak küfte…” diye gözlerinize bakarken, öteden kentin ünlü sakat, meczup dilencisi Necati, yerlerde sürünerek o beleşçi köfte talepkârının yanı başında biter, kısmetine mani olmaya kalkarak köfteyi yoğuran anneye seslenirdi: “Ona verme aba, ona verme, bana var. O deli.” Anneler gülümseyerek her ikisini de memnun ederdi. Zira evden çıkarken nevaleye bunların payı da eklenmiş olurdu zaten. Ne güzeldi, sahreli, Kavaklıklı o günler…  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fevzi Günenç Arşivi