Meğer Neymişsin Sen Avrat Pazarı

İkiz kardeş gibi yüz yılı aşkın zamandan beri yaşayan Kemikli Bedestenlerimizin batıya bakan kapısının tam karşısında başlayıp Şıhcan Caddesine açılan bir sokak var kentimizde. Eski Belediyenin, Şıra hanının da bulunduğu İnönü caddesinin kuzeyinde, bu caddeye paralel olarak uzayıp giden dar sokağın adı Avrat Pazarı’dır. Aklımı çok kurcalamıştır bu sokağın adının neden Avrat Pazarı olduğu. Sonra aklımca yakıştırmalarda bulunmuşumdur. *** Çocukluk yıllarımda kale altında gün aşırı pazar kurulurdu. Hatın kişilerin artık çöplüğe atmayı göze aldıkları eski eşyalarını bedava verdiği yaşlı kadınlar, burada onları ikinci el olarak çok ucuza satarak değerlendirirdi. Oradan çok kırıntılar almışlığım vardır. Örneğin ışıklar içinde uyuyası canım annemin yıllardır peşinde olduğu Süleyman Çelebinin mevlüt takımını burada bulup almışızdır. Anneciğim sarı pikabında o mevlüt plaklarını çala çala az geçmiş değildir kendinden. Benim de tangolar, portafino şarkısı, samba, rumba, mambo, ça ça ça plakları edinmişliğim vardır kale altı pazarından. Böyle bir yer olarak düşünmüşümdür hep Avrat Pazarını yıllar yılı. Yaşlı kadınların duvar diplerine açtıkları sergilerinde sattıkları ıvır-zıvırların alıcı bulduğu bir sokak sanmışımdır hep Avrat Pazarını bugüne dek. Yanılmışım… Şu ara Danimarkalı yazar Hans Christian Andersen’in Türkiye gezileriyle ilgili anılarını okuyorum. Andersen’i biz çocukluğumuzda bayıla bayıla okuduğumuz masallarından tanırız. Oysa aslında bir şairdir Andersen. Sadece şair değil aynı zamanda masal, roman, oyun yazarıdır. 1805’de doğup 1875’te yaşamını yitiren bu güzel insan demek ki sadece 70 yıl yaşayabilmiş. *** Andersen, İstanbul anılarının bir yerinde Avrat Pazarı’nı da anlatıyor. Demek ki Osmanlının payitahtında da varmış bizim Avrat Pazarının bir benzeri. Buradan öğreniyoruz ki, avrat pazarı benim sandığım gibi öyle ıvır-zıvır satılan bir sergilerin açıldığı bir sokak değil. Avrat pazarı, kadın ve erkek esirlerin mezada çıkarıldığı bir yermiş. Andersen’in şiirsel bir dille anlattığı anılarını, eski İstanbul’umuzu, sanki yeniden keşfederek keyifle okuyorum. Andersen, anlatılarının “Avrat Pazarı” bölümünde şöyle tanımlıyor o sokağı: “Büyük Çarşı’nın (Kapalıçarşı) yakınlarında etrafı ahşap binalarla çevrili, revaklı bir alan (Kızlarağası Hanı)  var. Revakların altındaki sıra sıra dükkânlarda satıcıların malları sergileniyor. Bu mallar ise zenci ve beyaz kadın kölelerdir.” Bu çarşının adı Esire Pazarıdır. Osmanlıca karşılığı ise Avret Pazarı. “Ağaçların altına yayılmış hasırlar üzerinde doğunun kızları uzanmışlar. Bir anne bebeğini emziriyor. İkisini birbirinden ayırmaya kıyamamış olmalılar. İkinci kata çıkan merdivenlerde 14 yaşlarında zenci bir kız oturuyor. Kız neredeyse çırılçıplak. Yaşlı bir Türk bir bacağını elleriyle kavramış, kızı inceliyor. Kız, bembeyaz dişlerini göstererek gülümsüyor.” Andersen’i okuduktan sonra yeniden görme isteğiyle doluyorum bizim “Avrat Pazarı’mızı. Paşa Camisinin bitişiğinden başlayan sokağa içim sızlayarak giriyorum. Kim bilir kaç ana kuzusu yuvasından kopartılıp getirilmiştir buruya. Haraç mezat satılarak kim bilir kimlere kölelik etmiştir zavallı esir kadınlar, kızlar… “Vay Avrat Pazarı vay!” diye söyleniyorum kendi kendime. “Meğer neymişsin sen!” “Keşke okumasaydım Andersen’i. Keşke öğrenmeseydim Avrat Pazarının esir pazarı olduğunu. Yine yaşlı kadınların ıvır-zıvır sattıkları bir yer olarak kalsaydın bende.”          

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fevzi Günenç Arşivi