MAYIS ŞARKILARI

  1 Mayıs 1977 Kanlı Taksim Şehidi İşçilerimizin Işık Olsun Yolumuza Savaşımları   Bizim Ali sokağa bağırarak girdi. Sanırsınız cımbızla etini koparıyorlardı. Kopan etinden oluşan yaraya tuz basıyorlardı… Sicim gibi yaşlar akıyordu gözlerinden bir yandan da. “Anaaa!.. Naz anaaa! Şahin abimi vurdular, anaaa!..” Evin kapısına vardığında gözleri gömüyordu artık Ali’nin. Tökezledi, yere düştü. Dizi kanamaya başladı. Umurunda mıydı dizi? Sürünerek kapının eşik taşına ulaşmaya çalıştı. Sese koşan Naz ana balkondan baktı. “Ne dersin sen deli oğlan?” diyordu. “Oyun mu bu şimdi? Dillerinden zehir mi akar yoksa?  Sağır olası kulaklarım mı yanlış duyar! Şahin’imi vurdular mı dersin!” Kapaklandığı yerden başını doğrulttu Bizim Ali. “Dilimden zehirler akar ana! Abimi vurdular! Şahin abimi vurdular. Kıpırdamadan yatıyor limanın orda. Kanı donmuş da üstüne sinekler konar. Onun kara haberini getireceğime, kendi ölüm haberimi getireydiler sana, anaaa!..” Yüzlerini tırnaklayarak merdivenleri atlaya atlaya indi sokağa Naz ana. Yalınayak koşmaya başladı Çayırgan boyunca Beykoz’a doğru. “Duyma bu sözleri lanet kulaklarım, duyma! Gerçek değil, yalan bu! Düş bu! Karabasındır yaşadığım! Oğulum, oğulcuğum, Şahin’im! Sana nasıl kıydılar!” Şair bir babanın kızı, şair bir dedenin torunudur Naz ana. Zaman zaman babası, dedesi gibi o da şiirler düzmeye çaba harcamıştır. Ne ki, o güne dek söylemek istediği şiiri dillendirememiştir. İşte şimdi dile gelmektedir o şiir. Bir şairin ömür boyu yazamadığı şiirini gün ışığına çıkartmak için böyle acılar mı duyması gerekti acep? “Boylu-posluydu Şahiniim/İri kara gözleri vardııı!../Güçlüydü, zorluydu, dayanıklıydı,/Arı yürekliydi Şahin’iim!/ Yüreğim yüreğim/ Nasıl dayanacaksın bu acıya!../Analar, böyle acılar duymayın hiç biriniz!..” Anayı Şahin’in küçüğü Yavuz izledi. Abisinin önemli bir pratisyen bir olmasına karşın kendisi teorisyen olmayı seçmişti. Devrimin pratisyenlerden çok teorisyenlere ihtiyacı olduğu inancındaydı. Bu nedenle durmadan okur, Türkiye’ye uygun devrim teorisini oluşturma hesapları yapardı. Evden dışarıya çıkmayı sevmeyen, sabah akşam kitap okuyan Yavuz, haberi duyunca okumakta olduğu Marks’ın Kapitalini elinden düşürdü. Ayakkabısını çarçabuk ayağına geçirdi. Unuttu kendini eve hapsettiğini. Soluğu Beykoz yolunda aldı. Onun da ağabeyi Şahin gibi uzundu boyu. Uzundu bacakları. Başkalarının iki adım atarak aldığı yolu o, bir adımda alırdı. Buna karşın yetişemedi annesinden önce ağabeyine. Limanın orda, Beykoz Meydanında upuzun uzanmış, kıpırtısız yatıyordu Şahin. Balaban’ın kırda ayaklarını uzatmış uyuyan dev çobanıydı o şimdi. Biri dürtse, “Kalk çoban! Sürüne kurt dadandı,” dese fırlardı yattığı yerden sanki. *** İşçilerin grevleri, yürüyüşleri, açık oturumları, seminerleri, afişlemeleri, el ilanı dağıtmaları neredeyse, Şahin oradaydı.  Mayıs şarkılarının gür sesiydi o. Mayıs güneşlerinin ilk ışığıydı… Naz ana kendisini oğlunun cesedinin üstüne attı alana varınca. Cesedi kapatan gazete kağıtlarını parçalarcasına sıyırdı üstünden. Bir ağıttır tutturdu. “Her sabah evden çıkarken söylemez miydim sana oğuuul, can oğul! Aman kendine mukayyet ol Şahin’im, mukayyet oool demez miydim?. İçim titreye titreye salmaz mıydım seni sokağa? Sokağa da sokağaaa!..Sağa sola uyma yavrum, demez miydim?. Doğruca yoluna git. Fabrikaya, işine git, deme miydim… Bir yandan kendi yüzünü kanata kanata tırmalıyor, bir yandan da oğulcuğunun soğmuş yanaklarını, alnını öperek sürdürüyordu ağıdını Naz ana. “Tu tu tu… Nazar değmez işalla!.. demez miydim sana, demez miydiiim?.. İşte değdi nazar. Uyumanın sırası değil oğulcan!. Kalk da “Tamam ana! Tamam…” de bana. “Yeter, yorma gül nefesini,” de… “Gidiyorum işte işime… Sağlıkla gidip sağlıkla geleceğim de banaaa!..” Gözyaşlarıyla ıslanmış dudaklarını, buza kesmiş yüzüne gömdü oğulcuğunun Naz ana. “O, solcu kara kıza da uğrama!” demez miydim sana? Hangi bela olursa ondan gelir sana demez miydim! Bu solcu kızlardan hayır gelmez adama... demez miydim, demez miydim, demez miydim?.. Kurtaramadın yakanı şundan, demez miydiiim!..” Bir süre susarak sokuklandı Naz ana. Yatan ölü oğulun buza kesmiş yanaklarını, tuzlu, ıslak öpücüklere boğdu yeniden yeniden… Sonra kaldığı yerden sürdürdü ağıdını. “Ana, senin solcu kara kız dediğin, yıllardır sözlüm olan Arzucan’ımdır benim. Devrim nikahlımdır. Kavillimdir. Kalırsak düğünü halkın kurtuluşunda yapacağız…” de bana gene. Haydi Oğulcan, doğrul da söyle!..”…  SÜRECEK   ***

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fevzi Günenç Arşivi