KÜLTÜRÜN PENCERESİNDEN

KÜLTÜRÜN PENCERESİNDEN Keşke Yazmaz Olaydım   (Bu bir öyküdür, anı değil. Anıyla öyküyü birbirine karıştırmayalım lütfen.) Sonunda en büyük hayalim gerçekleşiyor. İlk şiir kitabım gün yüzüne çıkmak üzere. Yayıncım ile anlaşmamızın üstünden daha 15 gün geçmemişti ki, şiirlerim dizilmiş, baskıya hazır hale gelmişti. Elbette gelecekti, ödemem gereken paranın ikinci bölümünü bu şartla verecektim. Ben kendisine parayı sundum, o da bana, gerekli düzeltmeleri yapabilmem için hazırlattığı kitap taslağını verdi. Kitap şahane olacaktı. Kapak tam istediğim gibi albeniliydi.Taslağı alır almaz karıma müjdeyi vermek üzere eve koştum. Karım da sevincimi paylaşsın istiyordum. Ne yazık ki hevesimi karnımda kaldı. O, daha taslağı eline alır almaz mızıklanmaya başladı. “Bu nasıl desen böyle? Hani benim resmimi koyacaktın kapağa? “Karıcığım, yayıncım ve sanat çevreleri bunun uygun olmayacağını söyledi.” İçinden neler geçirdi bilmem ama iyi şeyler geçirmediği belliydi. Zira başını almaz almaz sallıyordu.Dudak büktü. “Kitabın adı da olmamış,” dedi. “İlk Aşkım da neymiş!” “Neden karıcığım. İlk aşkımızı anlatan en iyi söz bu değil mi? “Evet, ilk aşkına göre öyle tabii. Ama burada ilk aşkının ben olduğun belirtilimiyor ki.” “Ne demek okunmuyor? Senden özge ilk aşkım mı var benim?” “Olmadığı nereden belli? Kitabın adını İlk Aşkım Firdöös” koysaydın onun ben olduğumu anlardım.” “İyi akma karıcığım, Böyle de kitap adı olmaz ki?” “Neden olmazmış. Bir kitaba ne ad koyarsan o olur.”Kapağı çevirdi. Karşısında “adama” cümlesini içeren sayfa vardı şimdi. O sayfaya: “Bu ilk şiir kitabımı Değerli Hocam Abuzittin Keloğlu’na ve Sevgili eşim Firdös Canlı’ya adıyorum” diye yazdırmıştım. Karım bu kez tutturdu, neden önce benim adım yazılmamış da o hocam dediğin Kelluş’un adını yazdırdın?” Karıcığım, iyi bir şair olma yolunda bana büyük yararları dokunan bu hocama gönül borcumu ödemek zorundaydım.” “Güzeeel… Doğuracağım çocuklarını dokuz ay 10 gün karnında taşıyan kadına hiç gönül borcun yok öyle mi? Sabahları kahvaltını hazırlayan, pantolonunu gömleğini yıkayıp ütüleyen karına karşı hiç gönül borcun yok öyle mi? Sana her zaman sevdiğim yemekleri pişirip taşıran, sofrayı kuran, bulaşıkları o kel adam değil mi?” “Sıralamanın ne önemi var ki karıcığım?” “Sence yok tabii. Eş dost çevreme beni maskara etmek için yaptın bunu değil mi?” “Estağfurullah… Öyle bir şey aklımdan bile geçmedi.” “Yaptığım imam bayıldılar Kadınbudu köfteler, sadrazam bilmemnesi tatlıları zehir zıkkım olsun sana. Bundan sonra bunları rüyanda görürsün artık.” “Yapma karıcığım.” “Yapmayacağım zaten. Bundan sonra sana sevdiğin yemekleri o hocam dediğin Abuzittin zirzopu, lüks lokantalarda ısmarlasın artık.” “Kanı kanla yıkamazlar sevgili karıcığım. Sen ne diyorsan o olur. Lütfen alttan al biraz. Tamam, senin ismini üste, onunkini alta yazdıracağım.” “Ha şöyle, yola gel.” Bir sayfa daha çevirdi. “Bu şiirin başlığı ne böyle? O ağacın altında…” “Hatıramıyor musun sevgilim; hani bir armut ağacımız vardı. Hep onun altında buluşurduk. Ben kendimi armudun iyisine benzetirdim. Gülerdik.” “O, o zamanlar öyleydi. Artık aklım başıma geldi. Sen kendini armudun iyisine benzetmekle bana ayı demek istiyordun.” “Ne alakası var!” “Var tabii. Armudun iyisini ayılar yemez mi?” “Böyle düşüneceğin aklımdan bile geçmemişti.” “Ne tilkisin seeen… Aklından geçmezmiş. Hem dur bakalım bu ağacın o ağaç olduğu nereden belli. Dünyada ağaç çeşidinden çok ne var. Belki bir selvi ağacından söz ediyorsun bu şiirde. Belki söğüt, belki palamut, çınar, kavak,..” “Delisin sen! Armut ağacından başkası değil burada kastettiğim.” “Peki neden hep bir armut ağacının altında buluşturdun bizi? Bir ıhlamur ağacının, bir gül ağacının altında olamaz mıydı?. Tabii o ağaçları benden önceki sevgililerine saklamıştın. Şimdi de onlardan söz ediyorsun. Değişecek bu şiir. Armut gidecek, yerine erguvan gibi güzel bir ağaç adı gelecek.” “Eee, çok oldun ama artık sen de karıcığım.” “Çok oldum ha! Çok mu oldum? Öyleyse ben gidiyorum.” “Nereye?” “Nereye olacak, elbette ki babamın evine. Ya da… Dur dur dur bakalım. Neden ben gidiyormuşum ki? Bu evin tapusu kimin üstüne? “Senin…” “Öyleyse ev de benim. Haydi bakalım, yallah! Sen çek git evimden.” “Şaka mı bu?” “Şaka ya. Sakın giderken arabaya dokunayım deme. Gerçi faturası gibi anahtarı da bende ya.” “Söylediklerine inanamıyorum karıcığım. Bu gece yarısında aç acına, yayan yapıldak nereye gidebilirim?” İlk sevgililerinden birinin evine gidebilirsin. Gitmeden de Abuzittin hocana uğrarsın, o senin karnını bir güzel doyurur.” “Şu şiirlerimin başıma açtığı işe bakın! Keşke bunlardan bir tekini bile yazmaz olaydım.” *** Üzülme ey sevgili okurum. Sonunda her şey tatlıya bağlandı. Kapağına karımın resmi konan kitbıamın adı “İlk Sevgilim Firdööös” oldu. Şiirler karımın istediği gibi düzeltildi. Bütün bunlardan sonra, kitabım bir tek tane bile satılamadı ama ne gam. Halen evimde karımın pişirdiği güzelim yemekleri yiyor, pantolonlarımı gömleklerimi kendisine yıkattırıp ütülettirebiliyorum ya… Daha ne isterim Tanrıdan? Belamı mı? Sanat çevreleri kitabıma bakıp bakıp gülüyorlarmış. Gülsünler bakalım. Hele gelip bir de evimde krallar gibi yaşadığımı görsünler de çatır çatır çatlamasınlar. Kendileri de çıkaracakları kitabın adına karılarının adıyla resmiyle süslemezlerse n’olayım. Her akşam karımın adı geçen şiirleri tekrar tekrar kendisine okumaktan başka bir sıkıntım yok çok şükür.    

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fevzi Günenç Arşivi