Büyüdük. Lisenin öğrencilerinden olduk. Bahar gelince okuldan kaçmak gibisi var mı?.. Bahar aylarında şeytana değil, birbirimize uyar, soluğu Kavaklıkta, alırdık artık adı Altınçim diye anılan Maanoğlu Köprüsü yöresinde bulurduk kendimizi.
Bu kaçışlardan birinde Cahit Saraç, Zihni Çalman, Yalçın Dai, Vahittin Bozgeyik, Hüseyin Güzel, Mehmet Ali Diyarbakırlıoğlu, daha bir kaç kişiydik. Sözüm ona ders çalışacaktık açık havada. Her birimiz bir yana atmıştık kitaplarımızı.
Okuldan kaçma işini kötü bir güne denk getirmiştik. O gün nöbetçi Kel Ferit’ti. Uçanı kaçanı vuran avcıydı o. Buna karşın tehlikeyi unutmuş, kendimizi oyuna kaptırmıştık.
Uzun eşek oynuyorduk. Bir ara:
“Kel Ferit...” diye fısıldadı arkadaşlardan biri. “Tıp” oyunu oynar gibi hepimiz donup kaldık olduğumuz yerde.
Sert bakışlarıyla karşılaşmayı bekleyerek ona döndüğümüzde Ferit Ginol Öğretmenimizin gülümseyerek bize baktığını gördük.
“Ne o? Uzun eşek mi oynuyorsunuz çocuklar?” diye sordu.
Yanıt veremedik. Sözünü sürdürdü o.
“Çok severim bu oyunu ama oynamak kısmet olmadı hiç. Ben de katılabilir miyim size?”
Şaka mı yapıyordu? Tehdit miydi? “Gösteririm ben size uzun eşek oynamayı” demek mi istiyordu?..
Anlamamıza fırsat bırakmadı. Paçasını sıvadı. Ayakkabısını çıkarttı.
“Dayanın geliyorum!” diyerek hız alıp kendini uzun eşek için eğilmiş olan çocukların üstüne bıraktı.
Öğretmenlik, öğrencilik kalmamıştı artık o anda aramızda. Andıkça elini öpme istemiyle nasıl dolup taşmazsınız şimdi siz, böyle güzel bir öğretmenin?
Çocukluk da, gençlikte daha daha güzel miydi ne eskiden?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.