Mustafa Ercan
Eytişimsel gerileme
Yayınlanma:
Güncelleme:
Dünya tarihine baktığımız zaman toplumların ileriye doğru geliştiğini görürüz. Halbuki bu eytişimsel ilerleme düz bir rota şeklinde değildir. Ama (belki de biz öğrenmek istediklerimize kestirmeden gitmek istediğimiz için olacak) hep sonuca bakarız da, nasıl ve nedenler üzerinde kafa yormaya gerek duymayız. Oysa ki her eytişimsel (diyalektik) sürecin tıpkı bir nehir gibi durgunluk ve taşma dönemleri de vardır. Eğer bu nehri besleyen kaynaklardan bazıları kurumuşsa yatak içinde bulunan debi de düşecektir. Sonra bütün bunlar kaynakların tekrar canlanması ve yeni kaynakların bulunması ile ivme kazanacak ve süreç devam edecektir. Buna bir çeşit yorgunluk veya dinlenme diye bileceğimiz gibi; daha kararlı ve daha donanımlı bir yürüyüş stratejisi geliştirmek için, zaman kazanma taktiği de diyebiliriz.
Bütün düşünürler, bir toplumun eytişimsel sürecinin istikrarlı bir şekilde ilerlemesi için, insan ve doğa ikilisinin edimsel ilişkilerinin uyumluluğunun şart olduğu konusunda birleşirler. Yani doğanın tahrip edilmesi dahi toplumu olumsuz etkilediğinden, sürece de zarar verecektir. İnsan ve doğa arasında ki ilişki ne kadar uyumlu olursa, düşünceyi de o kadar olumlu yönde harekete geçirip bilince dönüştüreceği gibi; düşünen ve sorgulayan bir toplumun da yolunu açacaktır.
Geriye dönüp de baktığımızda ilkel toplumdan günümüz toplumları üzerine sayısız kitaplar yazıldığını görmekteyiz. Bunların tamamında ki ortak nokta, her toplum kendi özünden gelen yeni bir toplumun zor kullanmasıyla yıkılmış olmasıdır. Tüm zamanların en büyük düşünürü olan Karl Marks, sanayinin oluşmasıyla birlikte toplumlar mücadelesini sınıf mücadelesi olarak ele alır. Tüm ezilenlerin temsilcisi olan işçi sınıfının oluşması ise, ilkel toplumlardan xıx. yüz yıla kadar geçen binlerce yıllık eytişimsel süreçte; ücretli modern işçinin köleci sisteme karşı kazandığı mutlak bir zaferdi! Ne var ki, köleci toplumun oluşması ile mülkiyet sahiplerinin kölesi durumuna düşen işçi sınıfı, yeni oluşan kapitalist sistemde de ancak ücretli köle olabildi!
Öte yandan Avrupa' da ilk çağlarda başlayan felsefi tartışmalar; bilim, sanat ve özgürlük mücadelesine hız kazandırdı. Ama ortaçağa hakim olan skolastisizm tüm Avrupa'yı karanlığa gömdü. Hristiyan teolojisi hariç, her türlü bilim, sanat, felsefe ve düşünce yasaklandı. Yasağa uymayanlar diri diri yakıldı, haça gerildi ve en vahşi işkencelerle öldürüldü! Bu şekilde baktığımız zaman İlkçağın, ortaçağdan daha ilerici olduğunu düşünebiliriz. Ama az evvel belirttiğimiz gibi her eytişimsel sürecin durakladığı ve ivme kazandığı bir dönem vardır. Ortaçağ gerici feodal toplumu da, kapitalist toplumu hazırladığı için kendinden önceki toplumdan daha ilericiydi. Aynı zamanda rönesansla bilim ve sanatın kapısını açan Ortaçağ Avrupa'sı, ani bir ileri sıçrayışla eytişimsel sürecine devam etmiş ve toplumun en edimsel sınıfı olan "işçi sınıfı"na teslim olmuştur. Bundan sonra tarih sahnesinde mutlak ve özdeksel olarak giren işçi sınıfı, başta Fransız Devrimi olmak üzere bütün sanayi devrimlerinde en etkin rolü almıştır. Bundan sonra da 1871 Paris Komünü ve 1905 de Rus Çarına karşı ayaklanmalar büyük bedellere mal olsada, 1917 Ekim Devrimi için geçiş ve deneyim dönemi olmuştur.
Toplum ya da sınıflar mücadelesinin oluşumu, çok uzun bir süreçten sonra ancak gerçekleşir. Bu nedenle ülkemizde olup bitenlere müneccim gibi bakmak yerine, felsefi bir pencereden, ama diyalektik bir gözle yaklaşmak istedim! O yüzden de "ilkçağ" ile "17 Ekim Devrimi" arasında çok kısa bir zaman yolculuğu yaptım! Zira ülkemizde olup bitenler, henüz sınıf mücadelesine dönüşmeyen toplumlar mücadelesinin ancak bir evresidir. Kabul etmek gerekir ki, çoğunluğu yeniliğe, bilim ve sanata kapalı muhafazakar bir toplumuz. Okuyarak öğrenmek yerine, duyduklarımıza inanmayı tercih ediyoruz. Bazen aydın veya bilim adamı dediğimiz kimselerin çok kolay satıldıklarına şahit olarak ihanetleri yaşıyoruz! En önemlisi de, yıllardır ağır bedeller ödeyerek verdiğimiz mücadelelerin zaferle sonuçlanmadığını düşünerek hayal kırıklığı yaşıyoruz! İşte biz tam olarak bundan kaybediyoruz! Kazanmak için diyalektiği ve felsefeyi iyi öğrenmek zorundayız. Aksi halde aceleciliğimizin kurbanı oluruz. Şu anda Parti olmaktan çıkan Akp tarikatının, meşru olmayan iktidarını hiç birimiz hazmedemiyoruz! Bunlarda aynı İranlı mollaların yolundan yürüyerek halkın tüm kazanım ve değerlerini ortadan kaldırıp, Akp tarikat liderini "Allah"a şirk koştular! Ama unutmayalım ki bizler cumhuriyeti ve demokrasiyi mücadele ederek kazanmadık! Bize altın tepsi içinde sunuldu. Bu gün bu gerici iktidarın bu kadar cüretkar olmasının nedeni budur. Onlar, şeyhlik ve mollalığa dayalı saltanatlarını çok kolay kuracaklarını sanıyorlar. Ama öyle yağma yok! Gezi'den bu yana sokaklar çok ısındı! Hele cemreler de düşmeye başlasın!.. "Kim korkar hain kurttan?"
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.