BAY ŞAFAK ÖYKÜLERİ: İKİNCİ BÖLÜM-13

Dayıma bisiklete binmeyi öğretmek kolay olmadı. Ama sonunda başardı. Ben akasında hala seleyi tutuyorum sanarak gidona yapışmış pedal çevirerek yol alıyordu. Ta nereye varınca işin farkına vardı. Ardına dönüp bana bakmıştı. O zaman kendisini bisikletle birlikte yerde buldu. İşler planlandığı gibi gidiyordu. İlk müşterimiz İpsiz Ahmat oldu. Dayım ondan para kazanmayı düşünmüyordu. Amacı kendisini yanına ücretli yardımcı olarak almaktı. Şaşarsınız, İpsiz bisiklet sürmeyi dayımdan da kolay öğrendi. İşler yolunda gidiyordu. Bir ay boyunca o kadar çok para kazandılar ki, dayım gidip senetlerinden üçünü birden kurtardı. Dedem geç de olsa,  bir ayın sonunda öğrendi Şafak oğlunun yeni numarasını. Öğrendi ama  bu kez dayımın öbür işlerine gösterdiği tepkiyi göstermedi. “Gene mi bir gâvur icadı…” demedi. “Sen hep şeytanın ortağı mı olacaksın!” demedi. Aksine sevecen sevecen baktı oğluna da, oğlunun kentten getirdiği cansız ata da. “Bu meret’e ben de binebilir miyim Şafak?” diye sordu. Dayım nedense onun bisiklet sürmesini istemiyordu. “Binemezsin baba…”  diyerek kesin konuştu.” “Nasıl binemezmişim? Adı ne bunun? Cansız at değil mi? Ben nice geme gelmez yılkılara binmişim. Bu ne ki?.. Çevre köylerde bencileyin at sürebilen biri daha yoktu gençliğimde.” “Bu at, o at gibi değil baba. Bu iki ayaklı bir at. Hem sen de artık genç değilsin.” “Sen ne dersen de, bineceğim!” Dayımdan izin almaya bile gerek görmeden gidonundan yakalayıp cansız atı kendine çekti. Sonra onun üstüne atladı. Şafak dayım önce “düşmesin,” diye öbür ilk binenlere yaptığı gibi bisikletin selesinden tuttu. Sonra için için hince gülerek seleyi bıraktı. “Düşsün de gününü görsün!” diye düşünüyor olmalıydı. Ne var ki dedem atı alıp Üsküdar’ı geçmişti bile. İlkin bir iki sendeledi, düşecek gibi oldu. Ama işe çabuk hakim oldu. Kaçın kurasıydı bu Sarıt‘ın Hoca Mehmet’i… Kırk yıllık bisiklet sürücüsüydü sanki. Dedem harman yerinde bir iki tur attıktan sonra dönüp yanımıza geldi. “Nasıl?..” diye sordu dayıma. “Binebilir miymişim, binemez miymişim?” “Binebilirmişsin baba…” dedi pes ederek dayım. Dedem: “Yine de sen bu cansız at kiralama işinden vazgeç.” “Neden baba?” “Koskoca hocanın oğluna böyle kırık işler yapmak yaraşmaz.” “Ne yapayım peki bunu? Dünyanın parasını verdim. Daha vereceklerimden özge…” “Taksitle aldın ha?” “Taksitle…” “Bak oğlum, senin Gülüş kızımın İpsizine yapmak istediğin iyiliklerin ayırımındayım. İşte sana fırsatların en güzeli. Ver cansız atı İpsiz’e. Birkaç kuruş para görsün cebi. Hem taksit öder, hem geçimini sağlar.” Eh, madem  artık kendisi yapamayacaktı bu işi, o zaman cansız atı İpsiz’e vermek hiç de kötü bir fikir değildi. Dedemin buyrukları kanundu. Ona karşı çıkmaya kimse cesaret edemezdi. Dayım canından et koparılmış gibi koptu bisikletinden. Sevgilisi Gülçimen abla kadar çok sevdiği bu güzel icadı İpsiz’e verdi. “Bundan sonra cansız at senin Ahmat enişte,” dedi. “Oğlun gibi ever, kızın gibi gelin et. Yeter ki şunun kalan borçlarını öde. Kala kala sadece üç senet kaldı zaten. Ellişerden 150 lira. “Sen bunu dert etme yeğenim,” diyerek cansız at ticaretine dört elle sarıldı İpsiz. Üç ay boyunca yemedi, içmedi, kazandıklarını götürüp acenteciye yatırdı. Senetleri kurtardı. Getirip Şafak dayıma teslim etti. Son senedi getirdiği gün dayımın karşısına ezilip büzülerek çıktı İpsiz. “Sana bir iyi bir de kötü haberim var yeğenim.” “Önce iyiyi söyle.” İpsiz son senedi uzattı dayıma. “Gözün aydın, acenteciye borcumuz kalmadı.” “Bu iyi haber olmalı. Ya kötü haber?” “Borcu yatırıp senedi almak için kente gitmiştim. “Eee?” “Bir günlüğüne iş yapmayıvereyim,” dediydim. “Eee?..” “Cansız atı eve bıraktım.” “Sonra?” “Ben gidince Gülüş onu alıp köy meydanına getirmiş. Önce ben öğreneyim, sonra isteyenleri parayla bindiririm diye düşünüyormuş.” “Sonra?” “Daha on metre gitmeden cansız atı iri bir kayaya bindirmiş.” “Cansız at da haşat olmuş.” “Öyle…” Şafak dayım İpsize ne diyeceğini bilemedi. “Gülüş ablama bir şey olmuş mu?” diye sordu. “Yok olmamış.” “İyi bari…” Artık bir kelep hurda demir yığınına dönen cansız atı alıp kente gittiler. Acenteci bunun onarılması olanaksız,” dedi. “Hem onarılsa bile anası danasını kurtarmaz. Yenisi kadar para gider tamirine.” Bu sözler üzerine o güzelim cansız atı 5 kağıda bir hurdacıya satıp parasıyla Güllüoğlundan baklava yediler. Sonra da arkalarına baka baka köye döndüler. O günden sonra köyde cansız atın lafı bile edilmedi. Olan dayımın iri kaşlı altın yüzüğüne olmuştu. SÜRECEK

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fevzi Günenç Arşivi