Babam künefe pişiriyor

YENİ ÇİZGİ YAZILARI/FEVZİ GÜNENÇ  Kimi kış gecelerinde künefe pişirirdi babam bize. Künefe deriz biz kadayıfa. Oysa künefe ile kadayıf arasında özel bir ayırım vardır.  Kadayıf içine ceviz içi, fıstık içi ya da kaymak katılan tatlıya deniyor. Kaymak sözümü geri alıyorum. Kim yitirdi ki biz bulalım kaymağı. Gerçi kendimizi kandırmada üstüne olmayan bir milletiz. Kaymağı elde etmenin yolunu da bulduk eninde sonunda. İrmiği sütle karıştırdın mı al sana kaymak! Katkı olarak bütün bunların hiç birini kullanmadan sade olarak da pişirebilirsin kadayıfı. Künefe ise içine peynir konularak yapılır. Künefenin peyniri özeldir. Eğer niyetin künefe pişirmekse, bu iş için özel olarak üretilen Hatay dil peynirini ne edip eyleyecek, arayıp bulacaksın. Bir zamanlar konuk olmayınca sofraya oturmayan atalarımızın çocukları konuktan kaçar oldu son zamanlarda. Bunun nedenini insanlarımızın giderek yoksulaşmasında mı aramalı acaba? “Aman kimse gelmesin. Çoluk çocuğumuzun rızkına ortak olmasın” diye olsa gerek, kadayıf pişirme şöleni oldukça geç başlardı. Biz altı küçük kardeş, “Şu işe bir an önce başlansa da uykumuz gelmeden tadıyla yesek künefeyi,” diye sabırsızlanırdık ama babam hiç oralı olmazdı. O işe başladığında, biz çocukların ise uyku gözlerinden akmaya başlardı. Hemen hemen her seferinde öyle olurdu. Uyku kadayıftan daha tatlı gelirdi bize. Uyuyakalırdık  beklerken. Babam buna da aldırmazdı. O işine bakardı. O kocaman kadayıf sinisini usulünce paşa mangalının üstüne yerleştirirdi. Artık sadece sabırla, mangalın üstündeki siniyi zaman zaman çevirerek önce altının sonra üstünün kızarmasını beklemek kalırdı geriye. Uzun sabır dakikalarından sonra işin sonuna gelinmiştir. Babamız kadayıfla pençeleşirken, anneciğimiz şeker kıvamını hazırlamış olurdu o zamana kadar. Kıvam döküldükten sonra tek iş kalmıştır. Çocukların uyandırıp kadayıfı yemelerini sağlamak. Ne var ki biz altı çocuk, hala direnmekteyiz uykunun kadayıftan tatlı olduğu konusunda. Neyse ki bu savaştan da babamız utkun çıkacak, bütün çocuklarını uyandırmayı başaracaktır. Hepimiz tam tepsinin başına oturacakken olan işe bakın siz! Kapı çalınmaya başlamaz mı? Haydi bir duymazdan gel, iki duymazdan gel ama gelen konuk da çok ısrarcı. İyisi var, kötüsü var dünyanın. “Hayırdır inşallah diyerek babamız önce kadayıf sinisini sedirin altına gizler, sonra kapıyı açmaya gider. Biz içerden duyardık babamla gelenin konuşmalarını. “Kapıyı niye açmıyorsun Necip efendi?” Babamın verilecek yanıtı yoktur bu zamansız gelen münasebetsiz konuğa. Konuk ise kendiliğinden, zaten tek olan odamıza gelir, baş köşeye kurulur. “Künefe bişiryiniz ha Necip Ağa? Kokusunu ta Mektebüstü’nden aldım. Gidip biz de kısmetimize konak dedim. Koklaya koklaya gelince anladım ki, kadayıfı benim Necip ağam pişiriyor. Eh, ne demiş atalarımız. “Komşuda pişer, bize de düşer. Tepsiyi sedirin altına sakladınız herhal. Baksana dumanı da kokusu da ordan geliy. Çıkartın da yeniden uyumadan yesin şunu bebeler.” Bebeler umurundaydı sanki münasebetsiz konuğun. Kendisinin ise tıka basa tatlıyı mideye cukkalamadan geriye çekileceği yok gibidir. Babam umarsız, siniyi sakladığı yerden çıkartır. Konuk neşeli, babamın yüzü beş batman sallanıyor. İyi kötü, az-buz yenir kadayıf. Biz çocuklar bir an önce uykuya dönebilmek için, babamızın hatırını kırmamak amacıyla bir iki lokma yedikten sonra yatağımıza çekiliriz. Konuk ise yüzsüzlüğe devam edecektir. “Irbıkta ılık su yok mu Zeliha dezze. Şu elimizin dıbığını yusak.” Bir kış gecesinin kadayıf şöleni de böylece sona erer. Artık evlerde kocaman tepsilerle künefe pişirilmiyor. Nasıl pişirilsin. Her şeyin ölüsüne bile güç yetmez oldu. Sorsanız birine: “Türkiye insanları Amerikalıların kaçta kaçı kadar bir gelirle yaşam savaşı veriyor,” diye. Yapıştırır yanıtı hemen: “Beş-altı katı…” Niçin böyle söyleriz?. Çünkü Amerikan doları Türk lirasından 5 buçuk kat daha değerli. Öyle mi acaba? Anamızı öperek bayıltan göz bağcılarının numarası bu. Çok yıllar olmadı: Türk lirası o kadar küçülmüştü ki, 6 sıfırını birden silmek gerekmişti. Gerçeği bulmaya çalışırsak, TL’nin ardına 6 sıfır ekleyelim. Çıkar mı karşınıza eksi 5 buçuk.+ 000.000. Ne demek oluyor şimdi bu? Türk Lirası, Amerikan doları karşısında sadece beş buçuk kat daha değersiz değil. Tastamamına 15 milyon kat daha düşük. Yani Türkiye halkı, bir Amerikalının 15 milyonda biri kadar gelirle geçirmek zorundadır bir aylık ömrünü. “Kolayına unutturamadık gitti,” demiyoruz bir liraya hala bir milyon demeyi halkımıza. Ne derseniz, acaba biz de sokaktaki seyyar maydanoz satıcısı gibi bağırsak, yüreğimizin şişi azıcık olsun iner mi? “Haydi vatandaş, bahtenize gel bahtenize! Bir bağ bahteniz 15  milyaraaa!” Ne kadar güzel söylemiş Şair Orhan Veli 70 yıl önce. “Bedava yaşıyoruz, bedava;/Hava bedava, bulut bedava/Dere tepe bedava/ Yağmur çamur bedava/Otomobillerin dışı/Sinemaların kapısı/Camekanlar bedava;/Kelle fiyatına hürriyet/Esirlik bedava; Bedava yaşıyoruz, bedava.” Ne değişti ki 70 yıldan bu yana.      

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fevzi Günenç Arşivi