“Allah Belanı versin…”

SUYA DAMLALAR/ EVZİ GÜNENÇ “Allah Belanı versin…”   İsmail YK’nın bir şarkısı var. “Allah Belanı versin…” Bu şarkıyı pek bayağı bulurdum. Meğer adamın böyle feryat etmeye hakkı varmış. Başka türü nasıl indirecek yoksa yüreğinin şişini. Nedense, durup dururken bu şarkı geldi aklıma. Artık sevgilisine mi söylüyor, apartmanı yönetenlere mi, köy muhtarına mı, hükümdürü mı orası yoruma bağlı. Şarkı şöyle: “Allah belânı versin /Allah seni kahretsin /Bana gelen sana gelsin yaaa /Hayatımı mahvettin / Acımadın neler çektim /Kader seni de kör etsin… Boş yere yaşıyorum/ Her gün acı çekiyorum / Her dakika eriyorum /Yeter artık senden nefret ediyorum /Beni benden aldın attın / Beni sattın yazıklar olsun!” Amcam, yıllarca Ali Nadi Ünler’in kitapçı dükkanında okuyarak kendini solla eğittikten sonra, yaş sekseni bulunca, “Ya varsa…” korkusuyla kendini caminin birine attı. Bu caminin her şeyi şimdi o. İbadethaneyi sabah erkenden açar, içeriyi havalandırır, etrafı siler süpürür, ibadete hazır hale getirir. Namaz bitince camiyi kilitler evine çekilir, yeni vakit namazına kadar dinlenir. Amcamın daha önce de deneyimi vardır dinsel konularda. Olay TV’de dini ve ahlaki söyleşiler yapmıştı birkaç yıl. Allah göstermesin Camisinin hoca efendisi bir gün rahatsızlanacak olsa, o gün de Cumaya denk gelse, onun yokluğunu aratmaz amcam. Eh, Hak Taala da görür elbet onun bu hizmetlerini. İslam dini güzel ahlak üzerine kurulmuştur. Amenna… Müslümanlık deyince hiç birimiz mangalda kül bırakmayız. Amenna… Ama iş menfaate gelip dayanınca, ne güzel ahlak kalır, ne de Müslümanlık... Her birimiz birer bezirgân kesiliriz. Bezirgan’ın alışverişte çok kâr amacı güden kimse olduğunu bilirsiniz. Onun bu tamahkârlığı yüzünden sözcüğün anlamı tüccarlıktan soygunculuğa yol almıştır. Bir zamanlar: “Memurun aldığı maaş geçimini sağlayamıyor!” diye feryadı koparmıştık. Buna yanıt zamanın cumbabasından gelmişti: “Benim memurum işini bilir…”Ne demekti bu? “Benim memurum, maaşı yetmiyorsa, rüşvet alarak aile bütçesini denkleştirir.” Hırsızlığa teşvik değildi de neydi bu? Neresinde güzel ahlak bunun? Neresinde İslamiyet bunun? Sonra bir Cum bey daha çıktı. O da ülkeye serbest ekonomiyi getirdi. İsteyen istediğini istediği fiyata satabilecekti. Sonra ne oldu? Anasının kızı(!) oldu. Her bir esnafımız eşkıya, soyguncu kesildi. Bana bütün bunları yazdıran bir okuyucumun feryadıdır. Okuyucum diyor ki: “Domates alacaktım. Manava gittim. Kilosunun kaça olduğunu sordum. “6 lira” dedi. Bana pahalıymış gibi geldi. “5’e olmaz mı?” diye sordum. “Olmaz!” dedi. Kurtarmazmış. Başka bir satıcıya gittim. Pazarlık yapmama gerek kalmadan domatesin kilosunun 4 lira olduğunu söyledi. Aynı şehirde. Aynı zaman dilimi içinde, aynı malı satan iki esnaf… Domatesin kilosunu 4 liraya satan esnafa. “Zarar etmez misin bu fiyata satarsan?” diye sordum. “Niye zarar edeyim? dedi. 3 liraya alıyorum, 4 liraya satıyorum. Kilo başına 1 lira para kazanıyorum. Bereket versin.” Öbürü kaça alıyor? O da aynı fiyata alıyor ama aldığının iki katına satıyor. İnsaf neresinde bunun? Merhamet neresinde? Ticaret ahlakı nerede? Müslümanlık nerede? Bizim milletin başını boş bırakırsan böyle olur işte… Akşam yemeğini biraz fazla kaçırmış olmalısınız. Mideniz ekşimiş. Giriyorsunuz bir bakkala. Bir soda istiyorsunuz. Sodayı veriyor bakkal. Ayak üstü içiyorsunuz. Beş lira uzatıyorsunuz. Üstü size 4 lira olarak geliyor. Yani bir soda 100 Türk Kuruşu. Aynı mal marketlerde 6’lı koli olarak 2 TL’ye satılıyor. Bakkalda ikisi 2 lira, markette altı tanesi… Bu durumda bizim bakkal bir şişe sodaya yüzde 1000 zam bindiriyor. Ne hakla? Ülkemin serbest ekonomiyle yönetilmesi hakkıyla. Böylece İslâmın İ’sinden, dinin D’sinden anlamayan ya da anlamak istemeyen bazı açıkgözler, biraz sakal uzatıp, bir hacca gidip geliyor, üstüne bir de umre ile cila çekiyor sonra da, amcam gibi iyi niyetlileri işte böyle kazıklıyor. Çocukluğumda “Milli Korunma Kanunu” diye bir yasa vardı. Esnaf, aldığı malı yüzde 20’den fazla kazançla satamazdı. Etiketin üzerine alış fiyatını, satış fiyatını, fatura tarih ve numarasını yazma şartı vardı. Kuşku duyması halinde yurttaşın alış faturasını isteyip inceleme hakkı vardı Masal gibi geliyor bütün bunlar şimdi insana. Geçmişte yaşanmış bir masal… Bu masalın kahramanı da bugün yerin dibine batırmak için elimizden geleni ardımıza koymadığımız İsmet İnönü’dür. Haksız da değiller hani vatandaşı koruyacağım diye ticaret erbabının ekmeğine kan doğramak var mı? Şimdi siz, düşmemesi için elinizle şapkanızı tutarak gökdelenlere bakıp durun hemen: “Yahu ben bir tane tuğla bile alamazken, bu millet bu gökdelenleri nasıl yükseltebiliyor?:  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fevzi Günenç Arşivi