SARI İNEK

  Baş komiserin oda kapısı korkak korkak tıktıklandı. “Giiirrr!” diye gürledi Başkomiser. Hademe: “Şu bizim inekçi köylü geldi Başkomiserim,” dedi. “İnekçi köylü kim?” “Hani şu geçenlerde…” “Ha, diyerek gülümsedi Baş komiser. Anımsamıştı. “Çağır gelsin bakalım. Yine ne istiyormuş?” “Bir şey istediği yok Baş komiserim. Omzunda koca bir külek yoğurt var.” “Kendisinden yoğurt isteyen mi olmuş?” “Bilmem…” Siz istemişsinizdir diye düşündüm.” “Çağır çağır…” Kapı biraz daha aralandı. Omzundaki içi yoğurt dolu bir çatı küleğiyle O köylü girdi içeriye. Hemen ardında da karakolun hademesi vardı. Köylü, gülümsemeye çalışarak “Size yoğurt getirdim beyim,” dedi azarlanmaktan çekinircesine usulca. “Ne yoğurduymuş bakalım bu?” “İnek yoğurdu. İçinde bir top da tereyağı var.” “Niçin getirdin ki bunları?” “Armağanımdır komiserim. Siz bana iyilik ettiniz. İyilik karşılıksız kalır mı?” “İyilik karşılıksız olur” dedi komiser. Hademeye işaret etti. Onun yardımıyla yoğurt çatısı köylünün omzundan yere indirildi. “Armağan kabul edemeyiz. Ama satın alabiliriz. Doğrusunu istersen bunun ücretini verecek paramız da yok şu ara hiç birimizin. Madem getirmişsin, kalsın bari. Sadece benim için çok bu. Personelle aramızda paylaşırız artık. Parasını da ay başında gelip alırsın. “Para alamam Baş komiserim.” “Sen para alamazsın da ben rüşvet alabilir miyim yani?” “Rüşvet değil ki Baş komserim. Sizin onca emeğiniz hatta paramız geçti bana. Bu çatıyı almazsanız  kederimden ölürüm.” “Yok canım, kederden ölecek ne varmış. Tamam tamam hallederiz. Sen otur bakalım hele şöyle yamacıma.” Baş komiser, hademeye döndü. “Sen de okkalı bir kahve getir bakalım konuğumuza…” ”Biz köylüler kahve içimeyiz beyim. Kahveyi sizin gibi şehirli beylerimiz içer. Bir de köydeki ağalarımız. “ “Çay içersin ama, değil mi?” Anlaştılar. *** Yellice köyünden Abdi Kara aylar yıllar boyunca biriktirdiği paracıklarını yanına aldı. Gidip muhtardan şehirlik şalvarı istedi. Köylü kısmı o zamanlar oldukça yoksuldu. Buğdayını kara taştan çıkartması gerekiyordu. Bu yüzden kimsenin ayağına giyecek bir şalvarı yoktu. Şalvar yasak değildi daha o zamanlar. Tüm köylünün ortak bir tek şalvarı vardı. Şehre inecek olan gelir muhtardan şalvarı alır, bunu ayağına geçirir, eşeği varsa eşeğini de önüne katar, kente gidip işini görürdü. Abdi’nin eşeği yoktu. O yüzden yayan yapıldak düştü yollara. Yellice’den kente kestirme yol Karataş’tan geçiyordu. Karataş’ta o yıllarda in cin top oynardı. Hırsız arsız korkusundan yüreği gürp gürp atarak yol alırdı köylüler buradan geçerken. Sonunda kazasız belasız kente ulaşabildi Abdi. Celep pazarına vardı. Baktı, bakıştırdı, uygun bir inek buldu. Sapsarıydı inek. Altın gibi parlıyordu tüyleri. Maşallah memeleri yere sarkıyordu mübareğin. Hemencik sevdalandı ona bizimki. Ne isterlerse verirdi böyle bir ineğe. Yiğit Mustafa lakaplı birinindi inek. Pazarlık yapıldı. Uzun uzun el sallandı. Anlaşma yapıldı. Yiğit Mustafa sarı ineği sattı ona.  Lakin paraları sayarken bir pürüz çıktı ortaya. Abdi’nin parası az biraz eksik çıktı. İnatçının, güvensizin tekiydi Yiğit Mustafa. “Paranı tamamla gel, ineği öyle al,” dedi. Ama neme gerek, namuslu adammış. Aldığı parayla karşılık, ineği Yelliceli Abdi Kara’ya sattığına dair bir kağıt imzalayıp verdi. Şu kadar eksik olan parayı da getirip ineğini alabilirdi Abdi. İç çekerek yeniden yollara düştü bizimki. Köye gelince satın aldığı ineği ballandıra ballandıra anlatmaya başladı eşe dosta. Böyle bir inek ne kendi köylerinde vardı, ne de çevredeki yedi köyle. Herkesin içi gitti. “Keşke benim de böyle bir ineğim olabilseydi” diye geçirenler oldu içlerinden. Sorununu açıkladı Abdi. Parası şuncağız eksilmişti. Bunu bulup buluşturup götüremezse ineğini alamayacaktı. Bir telaşa düştü, bir telaşa düştü ki Yelliceliler, görmelisiniz. Herkes evine koştu. Yastık altında, kirli yağlıklarına düğümlenmiş Pazar için artırdıkları paralarını çıkartıp getirdiler. Ancak 19 kişinin parası birleşince eksik tamamlanabildi. Gülüp oynayarak yeniden yollara düşkü Kara Abdi. Yiğit Mustafa’yı buldu, parasını verdi. Ama Mustafa ineği yine vermedi ona. Niye? Bu kez de 30 lira saman parası istedi. “Sen gelinceye kadar suyunu, samanını verdim, sütü çekilmesin diye besledim onu dedi. “Allahın suyuna da mı para istiyorsun?” diye karşı çıktı Abdi. “Yo, suya bir şey demiyorum” diye konuştu Mustafa. Evet su Allahın ama saman benim.” Abdi kara kara düşünerek kentte dolaşırken karakolun baş komiseriyle karşılaştı. “Ne o Yelliceli?..” diye takıldı ona Baş komiser. “Karadeniz’de gemilerin mi battı?” “Keşke gemim olaydı da bataydı,” diye iç çekti Abdi. “İneğimi alamıyorum.” “Ne ineğiymiş bu?” Meseleyi anlattı Yelliceli. “Kaç lira istiyor senden Yiğir Mustafa?” “Otuz lira.” “O iş kolay canım,” diye güldü Baş komiser. Gel bakalım benimle.” Birikte karakola gittiler. Baş komiser bütün personeli başına topladı. “Pamuk eller cebe beyler,” dedi. Bu Yelliceli kardeşimizin düğümünü çözeceğiz.” Herkes cebindeki parasını baş komiserin masasına döktü. 30 lira tamamlandı. Götürülüp Yiğit Mustafa’ya verildi. İnek alındı. İkisi birikte yayan yapıldak yollara düştüler. Meğer köylüler de yolunu beklemez miymiş bizim Abdi ile ineğinin. İnek sanki Abdi’nin değil de tüm köylünün ortak malıymış gibi sevinçle karşılandı. Abdi’nin küçük oğlu söğüt dallarının arasına papatyalar da katarak bir çelenk yapmıştı. Bunu sarı ineğin boynuna taktı. Böyle alayı vala ile karşılanmak sanki sarı ineğin de hoşuna gitmişti. Güzel güzel böğürdü.        

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fevzi Günenç Arşivi