MAYIS ŞARKILARI -4

    Her sabah işe giderken tembihlerde bulunacaktır Naz ana ise ona. “Aman kendine mukayyet ol Şahinim… Sağcılara solculara uyma yavrum… Doğruca yolunda yürü. Fabrikaya, işine git. “Tamam anne, tamam... Dediklerini bi tamam yapmaya çalışacağım. Ama sadece çalışacağım. Elimden gelmeyenleri de isteyemezsin ya benden...” Sarılıp öpecektir annesinin kınalı saçlarını. “Ne bileyim oğul…” Dudaklarını kıpırdatacaktır Naz ana. Mır mır dualar edecektir. Tam kapıdan çıkacakken babasının, annesine bir işaret yaptığını görecek, bunu görmezden gelecektir Şahin. Gülümseyerek annesinin babadan aldığı direktifi kendisine aktarmasını bekleyecektir. “Sındıkacılara-mındıkacılara da uyma oğul. Onların olduğu yerlerden ırak dur. He mi, can aslan oğlum...” Yanıt alamayacaktır bu sözlerine Şahin’den Naz ana. “He mi!” diye yineleyecektir anası, sesini az daha yükselterek... Duymadı sanıp duyurabilmek için ona. Şahin’in duymaya niyeti olmadığı anlaşılacaktır sonra. Yürüyüp gidecektir delikanlım. O dev boyuyla. Başı bulutlara değercesine Devrimin Şahin’i... Başını iki yana sallayacaktır umutsuzca Naz ana. “Sen sendikacılara uyma diyorsun ya, sanki ‘uy’ diyorsun... diye erinçsizlenecektir baba.  “Doğruyu ‘eğri’ anlar bu. Doğruca grev yerine gider şimdi. Belâ neredeyse, ona bulaşır. Yaşamımızca hiç erinçli olamayacak mıyız biz!” “Yok, gitmez benim oğlum...” diye oğlunu savunacaktır ana. İç çekecektir ikisi de... Her gün saatlerce Şahin oğulun evde bıraktığı suç unsurlarını yok etmeye uğraşırdı Naz hanım’la Öğretmen beg. Köşede bucakta, bodrumda, tavan arasında  buldukları afişleri akıllarınca daha kuytu yerlere saklarlardı. Tümden yok edemezlerdi bulduklarını. Oğulları, aradığında bulamayınca hesabını sorardı bunların da onun için. Polis aramalarında kolayca ele geçirilemeyecek bir yer olmalıydı sakladıkları yer, onları. En çok da ana yapardı bu işi. Baba yüreklendirirdi yalnızca oğulcuğunun anasını. ”İyi bak sağa sola Naz hanım... Hiçbiriciği kalmasın göz önünde bu şeylerin.” O saklama uğraşlarının birinde koca bir afiş bulmuştu Naz hanım. Büküp saklayacakken, afişteki adamın gözlerine takılmıştı gözleri… Yüreği kalkmıştı. Kuş olup kanatlanmıştı yüreği. Çırpım-çırpım çırpınmaya başlamıştı. “Ne güzel gözler bu gözler! Ne keskin bir bakış, bu bakış!..” Şahin oğlunun gözleriyle,  kıyaslamıştı. Tıpkısı gibi gelmişti ona. Ne yazıyordu ki resmin altında… Sökmeye çalışmıştı kıt okumasıyla. “See… Eee… Ennn… Sen…” Tam olarak okuyamamıştı doğal olarak Naz ana yazıyı. Okuma yazması az’dı. Yalnızca “yanmazsın”ı, “nasıl”ı, “aydınlığa çıkar”ı anlayabilmişti. Bunlar bile tüylerinin diken diken olmasına yetmişti. Şahin’inin dilinden düşürmediği dizelerle buluştu sonunda okumaya çalıştığı sözcükler. “SEN YANMAZSAN, BEN YANMAZSAM, NASIL ÇIKAR KARANLIKLAR AYDINLIĞA?..”(*) Afişi sarmaladı. Alnından öptü resimdeki adamın. Gözünden bir damla yaş aktı resmin üstüne. İçini çekti Naz ana. Bunu üstlerde bir yere sakladı. Sonra ev işlerine verdi kendini. Bulaşık yıkarken gözlerinin önünden gitmedi resimdeki adamın bakışları. Yerleri süpürürken, camları silerken, akşam yemeğini hazırlarken... Karadeniz’de boğdurulanlarının başı mıydı bu? Bulgar sınırında boğazlattırdıkları mıydı? Hani şu “Mapus yata yata biter” diye kendini avutan?.. Yok gözlükleri vardı onun. Otomobilinde havaya uçurdukları gaste yazarı mıydı? Yok onun da gözlükleri vardı. Evinden çıkarken çapraz ateşe alıp öldürttükleri mi?.. Yıllarca mapuslarda çürüttükleri yurtsever ozan mıydı yoksa? Evet evet, oydu canım. Başkası olamazdı. Şairlerin ayrı bir yeri vardı Naz hanımın yüreğinde. Babası, dedesi, iki kızı şairdi. Kendisi de kimi zaman büyük harflerle bir şeyler yazardı ama beğenmezler korkusuyla kimselere göstermezdi. İçini dalga dalga bir sevinç kapladı Naz hanımın. Herkesten gizlediği türküsünü söylemeye başladı yanık sesiyle. Kimse bilmezdi bunca yanık olduğunu sesinin. Ulu orta söylemezdi ki hiç. “Baba kerpiç evden aldım zulamı/Gurbet mi burası yoksa sıla mı./Yitirdim yollarda göçek balamı/Erir içim, erir erir kül gider…” (**). Gazi Paşa nasıl olmuş da sahiplenmemişti böyle bir yiğidi, anlayamıyordu Naz ana. Oysa Şahin’nın anlattığına bakarsan, Cumhuriyetin meclisinde bakanlık yapabilecek yürekte, bilgide biriydi o? Mahpuslara lâyık görülen bu şirin can, içinden gelerek tüm içtenliğiyle övmemiş miydi kurtuluş savaşını. O savaşın Başkumandanını uzun uzun?.. Hem de benzersiz güzellikteki deyişleriyle... “Sarışın bir kurda benziyordu/Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı./Yürüdü uçurumun başına kadar/eğildi, durdu/Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak/ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlayacaktı.” (***) Tam tamına böyle geçiremedi elbette aklından. Ana sözün özünü yüreğinde bularak mırıldandı Şahin’in dilinden düşürmediği bu dizeleri de… Böyle güzel sözlerle çizmemiş miydi resmini Gazi’nin?.. Kimseyi boş boşuna övmezdi bu arı duru bakan güzel gözlerin sahibi... Bunları söyleyen bir can’ı, oğulcan diye bağrına basmalı değil miydi Gazi Paşa?.. Niye basmamıştı ki?.. Niye yıllarca hapislerde çürütülmüştü ki o güzel can? … SÜRECEK   ***  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fevzi Günenç Arşivi