MAYIS ŞARKILARI - 2

    77’nin O kara “Bir Mayıs”ında tanışmıştı Arzucan’la Şahin. Her şey ne de güzel gidiyordu o gün. Konuşmacılar konuşmalarını yapmış, sloganlar atılmış, halaylar çekilmişti. Mayıs şarkıları söylenmişti hep birlikte.   “1 Mayıs, 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı/Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı…” Devrimin şahini söylemişti kürsüden son sözü. “Devrimin Şahin’i…” Böyle çağırırdı arkadaşları onu. “Tek yol devrim!” diye bitirmişti sözlerini, sol yumruğunu havaya kaldırarak. “Tek yol devrim!” diye onlarca kez bağırarak inim inim inletmişti alanı yüz bin insan, sol yumrukları havada. “Tek yol devrim! Tek yol devrim! Tek yol devrim!..” Artık dağılma zamanıydı. İşçiler, emekçiler bayramlarını kutlamış olmanın sevinci içinde evlerine dönemeye hazırlanıyordu. Dudaklarında yine Mayıs’ın şarkıları vardı... “Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır/Ancak bu böyle gitmez sömürü devam etmez/Yepyeni bir güneş doğar dağların doruklarından/Mutlu bir hayat filizlenir kavganın ufuklarından/Bizlerin ellerindedir gelen ışıklı günler/1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı/Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı!” Tam o sırada, alana yakın yüksek yapıların çatılarından makineli tüfekler, taramaya başlamıştı kutlamacıları. Kimileri bedenine yediği kurşunlarla yere devrilmişti. Birbirinin üstüne devrilen devrileneydi. Pusuya düşürüldüğünü anlayan kalabalık neye uğradığını şaşırmıştı. Çil yavrusu gibi dağılmaya başlamıştı herkes. Kutlamacılar, “bayram alanı”yken “belâ alanı”na dönüşen Taksim’den uzaklaşabilmek için ara sokaklara sapmak istemişti. Ne ki, her sapağın girişinde barikatlar çıkmıştı karşılarına. Eli silahlı siviller, sivil olmayanlar çıkmıştı karşılarına... Kurtulabilecek boş bir geçit ararken yerlere yığılıyordu kimileri. Kaçmayı onuruyla bağdaştıramayan Şahin donup kalmıştı olduğu yerde. Ne yapacağına karar veremez bir haldeyken, O’nu görmüştü. O, ufak tefek, kara kuru genç kızı… Henüz düşmüştü yere. Düşmeyi onuruyla bağdaştıramıyor gibiydi. Dikilmek için çaba harcıyordu. Ancak, onca ufak tefek, onca cılızdı ki… Kara kehribar saçları vardı. İnsanlar o saçlara basıp geçeceklerdi. Aralarında birkaç adım vardı sadece. Ana bir pars gibi atılmıştı onun üstüne Devrimim Şahin’i. Kucaklayıp kaldırmıştı onu yerden. Kucağına alıp beladan uzaklaştırmaya çalışmıştı. Bir sokağın girişindeki barikatı tekmesiyle savurmuştu. Karşısına çıkan “eli stenli”ye omuz vurup sokağa dalmıştı, kulaklarının dibinden vızıldayarak geçen kurşunların altında, kucağındaki kehribar saçlı kara kuru kızla. “Çok yoruldun. İndir beni kucağından. Artık yürüyebilirim yoldaş...” “Hele savuşalım şuralardan da, indiririm yoldaş.” Vurulduğunu ancak aksamaya başlayınca anlamıştı Şahin. “Kara kız bunu anlamasın” diye, acı duymasına karşın sert basıyordu yere yine de. Ne var ki Kara Kız da anlamıştı kurtarıcısının yaralandığını. “Kucağından indir beni!” diye sert çıktı. “Tamam...” dedi Şahin. Kucağından indirdi onu. “Koluma asıl…” dedi kız. Buna karşı çıkmadı “Mayıs Alanları”nın koca Şahin’i. “Tamam...” Aksayarak yürüyordu artık. “Teşekkür etmek istiyorum sana,” dedi kara kız. “Neden?” “Beni ezilmekten kurtardığın için...” “Teşekkürün sırası değil. Görevimdi.” Sağlarından sollarından geriye çekilmeyi sürdürüyordu Mayıs kutlamacıları. Kurşun yağmuruna karşın, beladan uzaklaşmaya çalışırken bile Mayıs şarkılarını düşürmeden dillerinden. “Hayat denilen kavgaya girdik/Çelik adımlarla yürüyoruz/Biz bu karanlık yolun sonunda/Doğacak güneşi görüyoruz…” Kurşunlar hâlâ izliyordu onları. “Hızlanalım…” demişti Kara kız. “Kurtarmalıyız canımızı. Canlarımız daha çok gerekli devrime.” Duyduğu acıyı ancak marş söyleyerek unutabilirdi Devrimin Şahini. O da bağırarak katıldı kalabalığın Mayıs şarkısına. “Dağları aşıyor, bak yakınlaşıyor/Bu bir rüya değil/Bu bir hülya değil/yıldızıdır kurtuluşun…” Biri bitince başkası başlıyordu Mayıs şarkılarının. “Fabrikalarda biz, tarlalarda biziz, biziz hayatı yaratan/Din farkı bilmeyiz, dil farkı bilmeyiz, sanki doğduk bir anadan…” Kara kız da katılmıştı Şahin’le birlikte marşı çığırmaya. “Bayrağını yükselt, daha daha yükselt, yükselt bayrağı yukarı/Bu güne vuralım, yarını kuralım, kaldıralım sınıfları.” Bıraktı marşı. Şahin’e baktı duraksayarak. “Kötü aksıyorsun sen…” “Yok, o kadar değil.” “Ayağından kan sızıyor. Bir ıssıza varıp sarmalıyız yaranı. Akışını durdurmalıyız kanın. İyice aban bana…” “Canım… Senin canın ne ki beni taşıyasın…” Buyurucuydu sesi Kara kızın. “Aban, diyorum sana! Çok şey var daha bu kara kuru canda. Devrimci canı bu!” Kara kız, bedeninden umulmayan bir güçle, dev yavrusu Şahin’i sırtlayabildiğince sırtlanmıştı. Onun uzun ayaklarını sürüye sürüye koşmuştu, ıssız bir sığınak bulabilme umuduyla. “Bırak artık! Bırak diyorum. O kadar da kötü değilim.” “Kötüsün. Bırakmam!..” Bir ıssız bulmuş, oraya sığınmışlardı sonunda. “Oh!...” “Oh ki, ne oh!” Bütün acılarını unutup gülmüştü genç adam. Kollarıyla bedenini kendine doğru çekmişti genç kızı. Alnından öpmüştü onu. Karşılık olarak kara kız da yanağından öpmüştü Şahin’i. “İyileşeceksin… Bir kurşun yarasıyla ölmez devrimin şahinleri.” “Öyle...” “Benim adım Arzucan... “Benimki de Şahin. “Biliyorum. Bilmeyen var mı seni! Bunca yakınında olduğuma sevindim.” “Ben de senin...” “Benim mi? Neden?” “Seni de bilmeyen yok. Dolaşıp durur Arzu Kar imzalı iletilerin her yerde.” Mahcup gülümsemişti Arzucan. Fanilasını yırtarak yarasını sarmıştı Şahin’in. Kanı durdurmayı başarmıştı. Sonra Devrim evine götürmüştü onu. Yarasını sağaltmıştı güzelce. İyileşmesine karşın bir süre daha izin vermemişti yataktan kalkmasına Şahih’in Arzucan kız. Terledikçe alnını silmiş, susadıkça su içirmiş, pansumanlarını yapmıştı.  SÜRECEK    

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fevzi Günenç Arşivi