Mesut Balcan
İnsanın doğaya müdahale sınırı
Yayınlanma:
Güncelleme:
Meclis olarak ekoloji konusunda yaptığımız bir eğitim atölyesinde en çok tarşılan konunun insanın doğaya müdahalesinin sınırının ne olacağı veya olup olmayacağı , ayrıca derin ekolojistlerin savlarından biri olan insansız bir doğanın pratikteki karşılığı nedir oldu. Son sorudan başlayalım ekoloji krizinin ana unsurunun insan olduğu ayrıca insanın ekolojiden soyutlamanın imkansızlığı ve canlılar arasında en kompleks yapıya sahip olanın insan olduğu bunu ifade ederken yanlış anlaşılmaları önlemek için ifade edilmesi gereken ilkelerden biri canlılar arasındaki hiyerarşi temeli olmadığı bütün olarak ve birbirine bağımlı olduğunu ifade etmek gerekir. Canlıların bütünlüklü ele alınması gerekliliği, cansız ortamla olan ilişkilerin de bu temelde yaklaşılması gerekliliği ifade edildi.
Diğer bir soru insanın doğaya müdahalesinin hangi temelere dayanması gerekliliği ile ilgili idi. Bunu radikal olarak değerlendiren arkadaşların olduğu; hiç bir şekilde müdahalenin olmaması gerektiğini ifade eden arkadaşların varsayımları değerli idi ama böyle bir durumun imkansız ve dönüşü olmayan bir durum olduğudur. İlkel topluma dönemeyeceğimizin apaçık ortada olduğu durum ifadesidir. Örneklem olarak çok farklı coğrafyalarda yetişen bitkilerin (endemik bitkilerin) yerlerinin değiştirilmesi ile ilgili olanı idi. O da domates tohumun Türkiyede yetiştirilmesinin doğaya müdahale olup olmadığı idi. Tabiki kapital anlamdaki seri üretimi ifade etmiyoruz. Sadece insan eli ile bir tohumun herhangi bir müdahale olmadan yetiştiği yerden başka bir yere taşınmasının ekositemde bir ekolojik kriz sebebi olup olmamasıdır.
Bu soruların cevabının etik, değer ile ilgili olduğu kesin. Bu süreç ne kadar farklı olursa olsun cansızdan canlıya ve nihayet toplumsal olana doğru birikerek çoğalan, evrimsel bir süreçtir. “Birinci doğa” insani olmayan doğa yani “vahşi doğa” olarak, doğal dünyanın özellikle de organik dünyanın birikimsel evrimi olarak tanımlanabilir. “ikinci doğa” ise insanlar tarafından yaratılan tüm değerleri içerir.[1] Yani insani ve toplumsal olan her şey ikinci doğa içine alınır. Bir bütün olarak doğanın bu iki gelişimini karşıt ve tamamen düalist bir zıtlık değil de son derece yaratıcı ve paylaşılan bir “evrim” olarak ele alan hemen hemen tek yaklaşım toplumsal ekolojidir. Buna karşılık çevreciler birinci doğayı ikinci doğa içinde eritme eğilimindedirler.
Çağımızın ekolojik krizinin tehlikesi ve özü, Bookchin’ in dediği gibi, bu toplumun –geçmişteki tüm toplumlardan daha çok- organik evrimi bozuyor olmasıdır[2]. Tabii ki insanın bu organik evrimin dışında olmadığını hatırlatmak önemlidir. Daha da önemlisi; doğal evrim tarafından oluşturulan insanın, doğal evrim tarafından kendisine bahşedilen potansiyelleri sonucu önemli bir noktada olduğunun vurgulanmasıdır. Zira artık insan kendini var eden evrim sürecinin yönünü belirleyebilme yetisine sahiptir. Yani insanlar şimdi hiç olmadığı kadar hayati bir yol ayırımına gelip dayanmışlardır. Ya bu sistemin temel çelişkilerini görmezlikten gelip –hiyerarşi sistemi ve sınıfları- var olan yıkıcı sistem içinde yok olmayı bekleyecek; ya da tahakkümü bertaraf eden özgürlükçü demokratik yapılanmalarla oluşan ekolojik bir toplum yaratacaklardır. Bir başka orta yol yok. İşte Toplumsal Ekoloji, şu anki sınıflı ve hiyerarşik topluma alternatif bir ekolojik toplum hedefler.
Ekolojik krizin köklerini araştırmak istiyorsak, insanın doğaya hükmetme düşüncesinin ve daha da vahimi bunun bir gereklilik olduğu varsayımının kökenini araştırmalıyız. Ekolojik krizin nedenlerini ne sadece teknolojide, ne nüfus büyümesinde, ne halkların sorumsuz tüketiminde ne de doğa üstü bir gücün insanları cezalandırmasında aramalıyız. Bookchin’in de dediği gibi, “bugünkü ekolojik krizin köklerini bulmak için sadece tekniğe, demografiye, büyümeye ve sağlıksız refaha bakmak yetmez; bunların altında yatan ve insan toplumunda- sadece burjuva, feodal ve antik toplumda değil, genel olarak sınıflı toplumda değil, bizzat uygarlığın şafağında- hiyerarşi ve tahakkümü üretmiş olan kurumsal, ahlaki ve tinsel değişmelere çevirmeliyiz gözümüzü.”[3] Gözümüzü bu yöne çevirdiğimizde ise karşımıza dev gibi sorular çıkar: Peki öyleyse, doğaya hükmetme düşüncesinin kaynağı nedir? İnsanın kendi doğasına hükmetmeden doğaya hükmetmesi olanaklı mıdır? [4] Toplumsal ekoloji insanın doğaya hükmetmesi ve sömürmesi gerektiği şeklindeki varsayımın insanın insana hükmetmesi ve onu sömürmesinden kaynaklandığını savunur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.