AYRILIK

    Bir yere, bir düzene alışıp ta, bırakmak ya da terk etmek çok zordur. Yıllarca yaşadığınız evinizi terk etmek. Terk edip yıllar sonra tekrar o evinize gidip bakmanın yollarını aramak.  Bakmak, görmek için gittiğinizde kapıyı korka,  korka çalmak. Acaba izin verirler mi? Yeni sahipleri iyiler mi? Gibisinden çeşitli şüpheyle kapıyı çaldık ve gösterdiler çocukluğumuzun ya da gençliğimizin geçtiği evi. Yeniden gördüğümüzde büyük bir heyecan sarar bizleri.  Havuş, avlu ya da hayat diye bölgemizde tabir edilen alana girdiğimizde hep eski görüntüleri ararız. Taş yapı betonla sıvanmış boyanmış, ahşap kapılar, pencereler sökülmüş PVC yapılmış havuşa bakanlar. Diğerleri yeni model kapılar yapılmış, Üzerine çeşitli dekoratif süslemeler yapıştırılmış.  Havuş taş döşeme iken, plaka döşenmiş. kuyunun taşı, harezisi çıkarılmış üzeri metal kapakla kapatılmış ve santrifüjle su çıkarılmakta depoya hem de otomatik sistem. Dama depo da yapılmış ve hemen yanında güneş enerjili su ısıtmada konulmuş. Mağaraya girmedim bile bir sürü değişiklikler olmuş... böyle bir şey yaşandığında insan bir süre kendisine gelemiyor... Hayallere dalıyor, sanki geçmişi bir daha yaşıyor.. Oysaki ev yani bina canlı değil, taş,beton neyini özleyeceksin derler. Ancak özlenir hem de çok özlenir.  İnsanın o semte, mahalleye, sokağa geldiğinde bir daha heyecanlanıyor. Hele baba evini önüne gelindiğinde daha da heyecanlanıyor insan. Sanki kafanda gizli bir mabet, tapınak gibi oluyor...

   Yıllarca beraber olduğun arkadaşın, dostun, yoldaşın ayrılığı da başka bir hüzün kaplar insanın içini.  Öyle ki; saatlerce konuşursun, konuşursun bitiremezsin konuşmanı... yarına kalır; eski radyodaki  " arkası yarın " programı gibi. Esasında konuştuğun senin için çok önemli, ancak; başka bir dinleyen olsa gülüp geçer. Bizlerde okula giderken, arkadaşlarımızla okul yolunda konuşurduk eve gelene kadar. Bizim okul yolu da öyle kısa değildi, aşağı yukarı 2km.den fazladır. Eh bu kadar yolda da çok şey konuşulur, ancak; konuş, konuş bitmiyor. Kitapları çantayı eve bırak hemen çık tekrar konuş ,konuş gene bitmedi....yemek vakti geldi hala konuşma bitmiyor. ...ve babam sesleniyor, ya da anam;  - " len oğlum sebehten belli ne konuşursonuz?  Birbirinizden ayrılamorsunuz?  "   der ve yemek ve acıktığınız aklınıza geliyor içeri giriyorsunuz; aklınız hala arkadaşınızla sohbette. Ta ki; yemek gelene kadar.   Elinizden gelse hemen çıkacaksınız ancak ders var, çıkamıyorsunuz. Yarın yine buluşursunuz tekrar konuşmaya devam edersiniz. Derken bir bakmışsınız herkes bir yerlere savrulmuş ve yıllarca görüşemezsiniz, bir çoğundan da hiç görüşemezsiniz. görüşseniz bile ya tesadüfen ya da çok önemli bir olay olur belki görüşürsünüz. Genelde de  tesadüfen görüşme olur.  Bunlar olası ayrılıklardır ve zamanla şöyle ya da böyle giderilir.....  Ortak bir toplantıda karşılaşabilinir, bir düğünde görülebilinir, şehri ziyarete geldiğinde görülebilinir.

      Bir de naçar elinden bırakıp kaçmak vardır. Evinde tasını, tarağını, öküzünü, koyununu bırakıp kaçmak vardır... Ancak tüm istemlerine rağmen bir türlü gidememek vardır. Kaçıp gidenler bir daha gelemediği gibi, çocuklarının da çok istemesine rağmen, teknolojinin tavan yaptığı hala gidemediği durumlarda vardır. Tarihimizde de vardır bu tip kırımlar ve sürgünler. Günümüzde yaşadığımız Suriye örneği aynımıdır ya da benzer midir?    Tartışma götürür. Suriyeli'ler kaçıp gelirken yanlarında envai çeşit ticaret eşyası beraber getirdiler. Yorgan, döşek, kap, kacak, para, elbise , yoğurt, et, zeytin, zeytinyağı ....  ne buldularsa getirebildikleri kadar getirdiler. Yediklerini yediler, yemediklerini paraya çevirdiler ve ticaret yaptılar. Sonra tekrar, tekrar gittiler, yine getirdiler yine sattılar.  Sonuçta birçok Suriyeli zengin oldu.  Yani her zamanki gibi fırıldaklar, üç kâğıtçılar zengin oldu.  Hepsi anı kefeye konulur mu? Konmaz tabii, nasıl konsun ki , aynı kefeye.   Gelmiş garajlarda, ahırlarda... v.b. yerlerde barınmaya razı olmuş ve barınmaları dahi engellenmiş, aşağılanmış insanlar. Kimileri pek yapmasa da; sanki insanın geninde var; ilk gelen, son geleni istemiyor.  Suriyeliler memleketlerine gidip geliyorlar, gittiklerinde de iki üç kalıyorlar, gelirken de beraberlerinde, ticaret etmek gayesiyle  eşya benzeri şeylerde getiriyorlar. Nasıl oluyor bir çok kimse gibi bende anlamıyorum. .... ve misafir olarak yıllardır kalıyorlar.

      Ayrılığın en kötüsü ve en acısı ölüm ayrılığıdır. Ölüm ayrılıkların en kötüsüdür ve kavuşma ve haber alma gibi bir çaresi yoktur.  Çaresi de yoktur.  Ölüm ayrılığının da çeşitleri vardır. Göz aşinalığı olan birinin ölümü, duyarsın ve rahmet dilersin, unutur gidersin, sorulduğunda aklına gelir ve tekrar kor gider. Mahalleden, köyden biri ise mezarına gider, taziyesine gider; yine unutursun.  Komşularından veya akrabalarından birisi öldüğünde biraz daha insanı üzer, hüzünlendirir ancak zaman,zaman aklına geldiğinde, beraber anılarınız olduğunda yad edip rahmet dilersiniz. Bazı anılarınızı hatırladığınızda gülersiniz. Dedeniz, nineniz öldüğünde, genelde  yaşınız küçük olduğundan, ilk anda bayağı yıpranırsanız da ilerdeki yıllarda, hatırlamakta bile zorlanırsınız.

      Ancak ayrılığın en kötüsü, en acısı evlat kaybı ya da ölümüdür. Hiç bir acıya benzemez. Bir çok kimse ve de atalarımız der ki; " Evlat acısını; Allah düşmanıma bile vermesin" derler. Düşmanlarına sevdiklerinden mi? Elbette hayır. Evlat acısının çok kötü olduğundan, öyle söylerler....Bizde Öyle diyelim...

      Bu acılar öyle kolay, kolay yitmez, bitmez.. Bitemez...  Ancak her zaman düşünmenin, yerinmenin, çırpınmanın, ağlamanın da insan sağlığına ve psikolojisine çok zararları vardır. İnsanı alır götürür....Bir  abimizle sohbet esnasında  konusu geçti ve şöyle dedi: " Bizim genç bir bacımız vefat etti. Biz darmadağın, perişan olduk aylarca hiç gülmedik, doğru dürüst konuşamadık. Bize şunu söylediler: Biraz olsun kendi kendinize gelmeniz için; ""ÇOK AMA ÇOK ÇALIŞMALISINIZ. Yoksa kendi kendinizi yer bitirirsiniz."                           

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M.Ali Can Arşivi