Antep Ekoloji Meclisinin Paneli ve Su

Bu hafta gerçekleştirdiğimiz su panelinde konuğumuz Prof. Dr. Beyza Üstün ve Necdet Sezgin arkadaşlarımız yılların emeği olan çalışmalarını bizimle paylaştılar.  Necdet arkadaşın su savaşları üzerinde orta doğuda ülkelerin bir birlerini nasıl su ile terbiye etmeye çalıştıklarını ve birbirleri için ne kadar tehlike arz ettiklerini bize uzun uzun açıkladı.  Uluslar arası mevzuatların su üzerinde ne derece sakat hazırlandığı ve suyun doğduğu yerlerde sahiplenmenin doğaya değil, sermaye çevrelerin savaş sebebi ve zenginleşme aracı olarak kullanıldığı gerçeğini öğrendik. “Yoksulluk, toplumsal gerginlikler, çevrenin yaşanılamaz duruma gelmesi, siyasi liderlikte zafiyet, zayıf siyasi kurumlar gibi etkenlerle birleşerek devletlerin çökmesine yol açabilir. Devletler ellerindeki su kaynaklarını diğer devletlere baskı aracı olarak kullanabilir, teröristler stratejik bölgelerdeki su altyapılarını hedef alabilir. Bazı tarımsal alanlarda yer altı suları, kötü yönetimden dolayı tükenerek ulusal ve küresel gıda piyasalarına yönelik risklere yol açabilir”. Beyza hoca kapitalist sermayenin batıda parçalamadığı talan etmediği alan bırakmadığı her adımda tahribatların yapıldığını kendi araştırmaları ve çalışmaları ile bize ışık tuttu. Sudan başlayarak yer altı ve yerüstü kaynakların ne biçimde ve nasıl sermayeye altın tepside sunulduğu son olarak soma üzerinde pratik örneklerde gerçekliği  ifade etti. Dünyada yapılan su forumlarını bir showdan ibaret olduğunu ve kapitalist sistemin su konusunda da ulus ötesine geçtiğini belirterek bunun kabul edilemeyeceğini buna karşı durulması gerekliliğini ifade etti. Suyun bir hak olduğu gerçeğinin unutulmaması gerektiği ama bundan sonra meta olarak bize servis edildiğini ihtiyaç olanın satın alınması gerekliliği algısı ile bize sunulduğu belirtildi. Suyun en pahalı olduğu bir yer olan Antep gibi bir yerde bu paneli yapmak çok önemli çünkü geçmişte su politikası gerekçesi ile belediye başkanların değiştiği bir şehir ama siyasi ve politik alanda bu kadar değişikliğe rağmen su daha da bu şehirde pahalı. Suyun en fazla metalaştığı bir yer demek aynı zamanda yani herkesin su faturası gelirinin ortalama en az yüzde 5-6 oluşturuyor. Hak olanı nasıl aldığımızı bize ait olanın bize nasıl pazarlandığının canlı örneğidir. Aynı zamanda sermayenin bu kadar biriktiği bir şehirde kaygan olmayan bir zemin bulmak çok zor. Ekoloji alanın da mücadele ve çalışma yürütmenin bir gönüllülük işi olduğu aynı zamanda bunun yetmediği bir bilinç işi olduğunu biliyoruz. Bu bilinç açığa çıkmadan insanları bu çalışmalarda tutmak çok zordur. Bu bilincin açığa çıkması içinde ekoloji alanıyla ilgili çok yayın okumak ve tahribatların çetelesini   tutmanın önemi çoktur. Eğer bahsettiğimiz bilinç var olsa zaten sermaye bu kadar rahat bir şekilde her şeyi pazarlayamayacaktı. Bu günlerde hemen hemen çoğu kimse şebeke suyu olmasına rağmen evine damacana dışarıda petlerde sulardan satın alınmaktadır. Madem şebeke suyunu içmeyeceksek bunu için mücadele edilmesi gereği şarttır. Su için dahi artı değer mantığı ile yaklaşılmaktadır. Romalılarda dahi su önüne set çekme mantığı işlemektedir. Belki de bugünkü HES lerin temeli o zaman atılıyordu ama farkındallığın oluşması şartı elzemdir Dünya Ekonomik Forumu için 2014 yılında hazırlanan Risk Raporu’na göre su kıtlığı, dünyadaki en önemli üç riskten biri. Ayrıca worldometers’ın verilerine göre bu yıl çölleşen toprak miktarı yaklaşık 6 milyon, içecek suya erişemeyen insan sayısı ise yaklaşık 695 milyon. Çölleşen toprak miktarının hızla artışı ve doğal su kaynaklarının hızla azalması doğru orantılı. Rapordaki verilere göre; son yüzyıl içinde dünya nüfusu üç kat büyürken su kaynaklarına talep yedi kat artmıştır. Önümüzdeki 40 yılda dünya nüfusunun 2,5 milyar artacağı da göz önünde bulundurulduğu zaman yaşamsal risklerin ölçeği de ciddiyetini hissettiriyor. Bu yaşamsal riskler yerel düzeyde sorun yaratacak gibi gözükse de küresel problemlerin de kaynağı. Kısıtlı su kaynakları ulusal ekonomilerde de risk yaratıyor. Rapora göre, Türkiye su kaynakları çok gibi görünen bir ülke olsa da bu gerçek değil. Türkiye büyüyen kentleri, artan nüfusu ve gelişen ekonomisi ile “su fakiri olma” yolunda ilerliyor. TUİK (Türkiye İstatistik Kurumu) verilerine göre Türkiye’nin nüfusu 2030 yılında 100 milyon olacak. Şartlar böyle ilerlediği taktirde kişi başına düşen su miktarının 1.120 m³/yıl olması beklenmekte. Günümüzde kişi başına düşen su miktarı 1.519 m³ iken su açısından fakir bir ülke oluşumuz 2030’da ne kadar zorlanacağımızı da açıklıyor.    

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mesut Balcan Arşivi