Adı, Faili Meçhule Yazıldı Behzat Ay’ın da…

    Onu Mehmet Ali Işık’’nin Bostancı’daki Hatay Restoranında tanıdım. Sonraki günlerde de şair Cemal Süreya ile aynı masada, yan yana gördüm onları hep. Çok severdi bu iki güzel insan birbirlerini. Hoşsohbet bir insandı Behzat Ay. Canını alıp canınıza sokasınız gelirdi onun. Dudaklarından bal damlardı, gülümserdi konuşurken biteviye. Sonraki günlerde yine buluştuk. Kimi zaman ikimiz baş başa, kimi zaman başka dostlarla paylaştık aynı masayı. Herkesin, her şeyin onuruna kadehler kaldırdık. Tanıştığımız yıllarda eşinden ayrılmıştı Behzat Bey. Yalnız yaşamanın zorluğuna fazlaca dayanamayıp, kendisi gibi güzel yazına gönül vermiş bir hanımla sessiz sedasız evleniverdi. Yeni evliliklerinin ay dönümünde Hatay Restoran’da yine beraber olduk. Bu kez bir masayı dört kişi paylaşıyorduk. Biri kendisi, biri onun yeni eşi. Öbür iki kişi ise benimle, benim eşimdi. Vakit geç olunca, artık karşıya vasıta bulamazsınız, bu gece konuğumuz olun” dedi yeni karı koca. Nazlanmadık. O gece hep güzel yaşından söz ettik. Israrımız üzerine yaşam öyküsünü anlattı kısaca. “1936′da Mersin’in Arslanköy‘ünde doğmuşum. Düziçi Köy Enstitüsü’nü, daha sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Eğitim Bölümü’nü bitirdim. İlkokul öğretmenliği, ilköğretim müfettişliği yaptım. Devrimci, halkçı yönünden ve bu doğrultudaki yazılarından ötürü, görev indirimi ile müfettişlikten öğretmenliğe tenzili rütbe edildim. Halkın oylarıyla iktidara gelip, halktan yana olanları mahpuslara dolduran, işinden atan, sürgünlere yollayan iktidar bana da sürgünü layık gördü. Görevli olduğum sürece iktidarın hafiyelerince hep izlendim. Artık kardeş gibi olmuştuk beni izleyenlerle. Ben onlardan rahatsızlık duymuyordum ama onlar beni izledikleri için bir hayli tedirginlerdi. Bu tedirginliğe neden olan da bendim galiba. Çünkü onları, “Sizin gibi halk çocuklarının ezilip sömürülmemesi, haklarının yenmemesi için yazmaktayım; suçum bu” diyordum kendilerine. En son, Kadıköy Kız Lisesi’nden sonra atandığım Haydarpaşa Erkek Lisesi’nde eğitim uzmanlığı yaparken 12 Eylül’ün ayak seslerini duyarak ihtilalden 10 gün kadar önce kendi isteğimle emekli oldum. İyi de etmişim. Behzat Ay ustayı kaybedişimizin öyküsü de çok hüzünlüdür. Onun eve her akşam kafası iyi olarak döndüğünü bilmeyen yakını yoktur. Yazarımız günlük alkol yüklemesiyle yetinmez, eve herhangi bir büfeden aldığı 35’lik yeni rakıyla dönerdi. En büyük keyfi de buydu. Ya televizyonun karşısına geçer, bir yandan içkisini yudumlarken bir yandan da ekrana dalar giderdi. Aslında ekrandaki görüntüde, seste değildi aklı fikri elbette. O, gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçen ömrünün bir bölümünü bir kez daha yaşardı. Onun akşamları yaptığı bu keyfi çok gördüler. Oturduğu evin işgüzar kapıcısı apartman yöneticisine çıkar. Ona bu keyfi fitler. İş böyleyken böyle, der. Her sabah çöpünü atmak için kapısının önüne bıraktığı poşette boş bir rakı şişesi buluyorum. Kirası ucuzdur diye İstanbul’un merkezine oldukça uzak bir semtinin bodrum kadında oturmaktadır o yıllarda Behzat Ay. Bu semt softalarıyla ünlüdür. Kapıcının fitlemesi üzerine küplere binen apartman yöneticisi, “Bu zındığa bir ders vermek gerek!” buyurur. “Git öbür apartman kapıcısı arkadaşlarını topla. Buna bir güzel dayak atın. Neymiş bakalım öğrensin içki içmek. Bu ders belki rakıyı bıraktırır da, tövbekâr eder onu.” Emir büyük yerden geldi. Durur mı kapıcı? Üç beş kapıcı arkadaş bulur. Yapılacak işi anlatır. Akşam karardığında Behzat beyin oturduğu apartmanın önünde pusuya yatarlar. Öteden dudaklarından hafifçe dökülen bir eski bir İstanbul şarkısının ezgileriyle giderek yaklaşmaktadır av. Zamanlama iyi seçilmiştir. Çevredeki herkes akşam namazı için camiye gitmiştir. El ayak çekilmiştir. Kimseler yoktur sağda soldu. Vurun!” Ertesi gün boşuna bekleyecektir şair Cemal Süreya ile yazarın öbür arkadaşları. Ne Cağaloğlu’ndaki Gazeteciler Cemiyeti lokaline ne de, Mehmet Ali’nin Hatay meyhanesine gelecektir Behzat Ay. İlk gün önemsemezler ama ikinci, üçüncü günlerde bir kaygı düşer dostların yüreklerine. Cemal önde, öbür şair yazar arkadaşlar arkada Behzat beyin evine gelirler. Beti benzi sararıp solmuştur, yarı ölü, yarı baygındır arkadaşları. Olay gecesi onca dayaktan sonra sürüne sürüne evine nasıl gelebilmiştir, yatağına nasıl kendini atabilmiştir, kendisi bile ayırımında değildir. “Ne oldu sana Behzat!” sorusuna ağzından zorlukla çıkan birkaç sözcükle başına gelenleri anlatmaya çalışır yazarımız. Onu alıp hastaneye götürürler. Hastanede tedavi görür. Ne var ki, doktorların uğraşı boşunadır. Şair Cemal Süreya’nın başından ayrılmadığı o gecenin bir yarısında, soluğu giderek azalır, azalır, sonra durur. Tarih 12 Temmuz 1999′du. Yer İstanbul. Ne yazık ki, adı faili meçhule yazıldı Behzat Ay’ın da,,.    

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fevzi Günenç Arşivi