Kazım Aldoğan
Kırmızı çizgi!
Gelenekten yeniye, bilimden politikaya kadar, her alanda karşımıza çıkan ‘’kırmızıçizgilerimiz’’ ile adeta davranışlarımız üzerinde devamlılık arz eden bir otorite kontrolü söz konusu. Zaman zaman bireyin özgürlüğüne ket vuran o ‘’ kırmızıçizgilerimiz’’ o kadar çok ki. Milli ve manevi kırmızıçizgilerimiz, aile içi, vatanımız, bayrağımız, devletimizin kırmızıçizgileri. Sıralamakla bitmez.
Kırmızıçizgileri aşmak kimi zaman kurban olmaya kadar varabilir. Tarihsel süreçte güçlünün elinde ‘’ölüm ideolojisi’’ olan kırmızıçizgilerimiz.
Toplumların kırmızıçizgi sınırlarını aslında ‘’yerleşik kutsallıklar’’ belirler. Kutsallık, egemen alanında, sınırları korumak, içerideki kalıpları dışarıdan ayırmaya, kuralları oluşturan yarar ve eril iktidarın ‘’öldürme’’ gücünün iradesidir. Terry Eagleton Radikal Kurban’da buna ‘’ölüm ideolojisi’’ der. İşte bu ölüm ideolojisi zayıfın, azınlığın ve madunların içinde kırmızıçizgiyi aşan kurbanlar seçer. Başka bir anlatımla çizgiyi geçeni yok etme eylemi.
Kutsallığın eşiğini kuşkusuz siyasi otorite belirler. Kimlerin çit’in içinde kimlerin dışarıda kalacağı onun iradesine bağlıdır. Buradaki ortak realite, içerde kalanların rahat ve huzuru için daimi kurbanlara ihtiyaç duyulmuş olmasıdır. Özellikle toplumsal krizlerin arttığı, muktedirin gücünü mutlaka koruması gereken zamanlarda kutsallıklar daha çok din ve etnik duyguları harekete geçirir, sayısız kırmızıçizgi çizerler. Beka metaforu üzerinden günah keçileri avına çıkılır, yaşatma ve öldürme hakkı egemen iktidarın tasarrufundadır.
Hegemonyanın ölüm ideolojisinde bireyin hayatın kutsallığı sorgulanamaz durumdadır. Giorgio Agamben,’’modern çağda, hayatın kutsallığı ilkesi kurban ideolojisinden tamamen arındırılır’’ demekle aslında ölüm ideolojisine karşı anlamlı bir tavır sergilemeye çalışırken, bir taraftan da, medenileşmiş düzenlerin çoğu, kıyım, mülksüzleştirme, işgal, yağma ve imhanın meyveleridir notunu düşer.
Modernite ve ilerlemenin ‘’kutsalın zehirli oku’’ nu durduramadığını, kırmızıçizgi üzerinde yol aldığına Hegel o tarihi söylemle belki de son noktayı koyar;
‘’tarih, üzerinde sayısız kurbanın kesildiği bir mezbaha taşıdır’’
Bu mezbaha taşında elbette distopik akla teslimiyet olmak değil, umuda yeniden sarılmak gerekir. Albert Camus, Sisyphos Efsanesi ’inde, Sisyphos’un çarptırıldığı cezanın, kayayı sürekli dağın tepesine taşıdıktan sonra geri yuvarlandığı için işe yeniden başlamak zorunda kalmasının, aslında anlamsız ve boşuna olmadığını düşünür. Kayanın tepeden aşağı her geri yuvarlanışı yeni yeni bir başlangıç fırsatıdır aslında.
Aynı şey insanlık için de geçerlidir.
Engeller ve kırmızıçizgiler aşılmak için vardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.