GÜZELLİĞİ DİLLERE DESTAN ABLAM

  Dillere destan bir güzelliği vardı ablamın. O yüzden ardında yığınla genç çocuk dolaşırdı. O ise dönüp de birine bakmazdı. Gençler ne çok yakınlık gösterirlerdi bana da. Onun küçük kardeşiyle konuşmak bile mutluluk verirdi tümüne. Çikolatalar, armağanlar almak isterlerdi. İstemezdim. Sırf erkekler mi bayılırdı ablama ki?.. Kızlar da öyle. İlk kez görenler, çarpılmış gibi olurlardı. Dedim ya, dillere destan güzelliği vardı ablamın. Bir ders yılı sonuydu. Ardına takılmıştım. Beni de okuluna götürmesini istiyordum. “Olur,” demişti. Giyindirmiş, kuşandırmış, elimden tutup getirmişti okuluna. Bana o zamanlar sayısızmış gibi gelen, bir yığın merdivenlerden sonra giriliyordu sınıfına. Biz girerken, ablamın yaşıtı bir kız çıkıyordu. Yamaç yamaca geldiler kapıda. Kız durdu, gözlerine baktı, baktı ablamın. “Ne güzel gözlerin varmış meğer senin...” dedi. Güldü ablam. Değerini bilemezdim de, küçücük yaşıma bakmayıp, ne denli çok ağlatırdım ben o güzel gözleri. *** İki üç günde bir, ablamı oğullarına istemeye gelenler olurdu evimize. Konuklara sezdirmeden gözlerine bakarlardı annemle babam, ablamın. O, kaşlarını kaldırırdı her seferinde. Annem: “Yaşı küçük daha kızımızın,” derdi o zaman annem. “Okusun, istiyoruz,” diye bütünlerdi annemin sözünü babam. Kırmadan savarlardı görücüleri. Onlar gittikten sonra ağzını açar, gözünü yumardı annem. “Senin başında kavak yelleri esiyor,” derdi. “Evde kalacaksın bu gidişle...” Hiçbir şey söylemezdi babam. Hep kızından yana olurdu. “Şuna sen de bir şeyler söylesene, adam!” diye bağırırdı annem. Kıs kıs gülerdi babam. Bir gün, gelenlerden birisi için, ablam kaşını kaldırmayacak, diye ödüm kopardı. Konukların yanında yüzünden ayırmazdım gözlerimi. Kaşları kalkınca, yüreğime bir soğuk su serpilirdi. Hiç kimseye gelin gitmesini istemezdim ablamın da, Abduş abi’ye gelin olmasını isterdim hep, için için. Arada bir onu över, göklere çıkarırdım. Aklını çelmeye çalışırdım ablamın. Oysa bunu yapmam için bir şey söylemezdi bana Abduş abim. Bana armağanlar da almazdı. Yakışıklı da değildi. Tersine zayıfçacıktı. Belki de bunun için isterdim en çok. Benimle oturup çocukmuş gibi oynadığı için belki de. Komşumuzdu Abduş abim giller. Sık sık gelirlerdi bize. Ablamı deli etmek için yanında hep “Enişte,” derdim ona. Onlar gidinceye dek sesini çıkartmazdı ablam. Gittikten sonra ortalığı birbirine katardı. “İstemiyorum, istemiyorum, istemiyorum!..” diye bağırır dururdu. “Peki, peki,” derdi annem, “istemiyorsan istemiyorsun. Ne bağırıyorsun deliler gibi? Sanki tuttuk seni zorla gelin mi ettik şimdi?” “Gelin sözünden de hoşlanmıyorum. Bu sözü etmeyin yanımda!” diye bağırmasını sürdürürdü ablam. “Benden söz edilmesini istemiyorum!..” Sonra da yatağa kapanır, hüngür hüngür ağlardı. Tümümüz de susardık o zaman. Onun ağlaması bitip, elini yüzünü yıkamaya gidinceye dek. “Hele şunun bir yol ağzını ara,” derdi ara sıra babama annem. “Arayacağım; zamanı var,” diye savsaklardı her seferinde nedense babam. Bir akşam; babam, ablam, ben çocuklar gibi kudurduk. Oynadık durduk saâtler boyu. Beni ve o koca kızı; gelinlik ablamı deve gibi yatıp sırtına bile bindirdi babam. Nedense bu kez hiç sesini çıkartmadı annem. Oyun bitip, halının üstüne bitkinlikten devrilip yatmıştık üçümüz de. Annem örgü örüyordu bir köşede. “Günsel...” diye fısıldamıştı babam yattığı yerden. “Buyur baba,” diye ses vermişti ablam. “Seninle biraz konuşmak istiyorum.” “Konuşalım baba... Ne konusunda?” “Seninle ilgili bir şey öğrenmek istiyorum.” “Sor öyleyse.” “Burada olmaz, içeri odaya gidelim.” Kalkmışlardı. Peşlerine ben de düşmek istemiştim. Ama annem beni yanma çağırmıştı havadan sudan şeylerle oyalamıştı. Bir masal anlatması koşuluyla anlaşmıştım annemle. “Eşek kadar oğlan oldun, hâlâ masal peşindesin,” diyerek gülümsemişti annem. Anlaşmıştık sonunda. *** İç odada ablamla babam uzun süre kaldı. Sonra tek başına döndü yanımıza. “Sana söylemiştim,” dedi anneme. “Başka birini sevdiği mevdiği de yok. Evlenmeye yanaşmıyor, hepsi bu.” “Ama yaşı geçiyor,” diye annem, sızlanmıştı. “Bu güzelliğiyle evde kaldı, diyor konu komşu.” babam gülüyordu. “Ben çözümleyeceğim bu işi. Bak göreceksin,” diyordu anneme. “Onunla konuşmak için bugüne dek boşuna mı bekledim sanıyorsun?” Pencerenin perdesini aralayıp dışarıya bakmaya başlamıştı. Ben de koşmuştum yanma. Ben de bakmaya başlamıştım babamın baktığı yere. Babam bahçedeki badem ağacına bakıyordu. Dolu çiçek açmıştı badem ağacımız. Ay ışığı üstüne şavkını vurmuştu. Parıl parıl parlıyordu gecenin karanlığı içinde. Ertesi gün, süslü bir anı defteri armağan etti babam ablama. “Senden bir dileğim var,” dedi verirken. “Bu deftere tek benim istediklerimi yazacaksın.” “Olur,” dedi gülerek, o güzel gözleriyle ablam. ; “Gel öyleyse,” diye onu pencerenin önüne çekti. Badem ağacını gösterdi. “Her gün gözleyeceksin, gözlemlerini günü gününe yazacaksın bu deftere.” Babamın ne demek istediğini anlayamamıştı ablam. “Neyi gözleyeceğim?” “Badem ağacını...” “Ama niçin ?” “Çok geçmeden bunu kendiliğinden anlayacaksın.” Omuzlarını kaldırmış, “Olur,” demişti ablam. Hemencecik başlamıştı yazmaya. ilkin ayı günü yazmıştı, sonra... Sonra okumuştu bize yazdıklarını. “Bir Mart... Bahçemizde çok güzel bir badem ağacı var. Aslında güzel olan badem ağacı değil. Ona bu güzelliği daha yeni açmış olan çiçekleri veriyor. Pembe kar yağmış sanki ağacın dallarına. İnsanın baktıkça içi gidiyor.” “Çok güzel,” demişti babam. “Her gün sürdür bunu. Hiçbir gün boşlama sakın. “Her gün yaz, her gün... Artık yazacak bir şey kalmayınca bana getir.” Bir oyun gibi gelmişti bu, ablamla bana. O, sonraki günlerde hep yazdı pembe çiçek açmış badem ağacının günlüğünü. Yazdıklarını okudu bana da. Her gün yazdıkları bir önceki günküne benziyordu hemen hemen. “Hiçbir değişiklik yok,” diyordu bana en son okuduğunda. Ama ondan sonraki günlerde okumadı bir daha. Bir gizi varmış gibi saklıyordu defterini. Neler yazdığını öğrenebilmek için yanıp tutuşuyordum. Ben üsteledikçe o, hırçınlaşıyordu. Değişmişti birkaç gün içinde. Pencerenin önüne bir iskemle koyuyor, üstüne oturuyor, badem ağacına bakıyor, bakıyordu. Oysa badem ağacında bakılacak güzellik kalmamıştı. Çiçeklerin hemen hemen tümü solarak yerlere dökülmüştü bir bir. Çiçeklerin yerini, görünüşü o denli güzel olmayan meyvecikler alıyordu artık. O akşam, defteri babama verdi ablam. “Bitti,” dedi. Gözleri dolu doluydu. “Yazılacak bir şey kalmadı. Pembe çiçek açmış badem ağacı, eskisi gibi güzel değil artık. Yok oldu tüm çiçekleri. Sanırım ne demek istediğini anladım baba.” Koşarak odasına çekilmişti. Orada ağlayacaktı, biliyordum. “Git, Abduş abingili bize oturmaya çağır,” dedi annem. “Gelmek isterlerse, buyursunlar.” Sevindim. Koşarak gittim. Kapıyı Abduş abim açtı. “Enişte,” dedim. “Annem diyor ki, ‘Eğer gelmek isterlerse’, diyor, ‘Bize oturmaya gelsinler’, diyor.” Saçlarımı okşadı, sevdi beni Abduş abim.         ' “İstemez olur muyuz hiç?” dedi. Annesinin içerden sesi duyuldu. “Kimmiş kapıyı çalan Abduş?..” Yanıt vermedi. Sen bir dakika bekle burada,” dedi. “Ben şimdi geliyorum.” İçeri girdi. Az sonra annesiyle birlikte döndüler. Kadın gülüyordu. “Selam söyle annene,” dedi. “Geliyoruz...” Ana oğul mutlulukla birbirlerinin yüzüne bakıyordu. O gece, bizim evde ablamla Abduş abi’min “söz” leri kesildi. Nişanı da, düğünü de geciktirmeyeceklerdi. En çok sevinen ben olmuştum. “Yaşasın!” diye bağırarak zıplıyordum. “Abduş abim, gerçek eniştem oluyor!..” Olup bitenlere hiç ses çıkartmıyordu ablam. Başı önünde, utangaç, kahve sunuyordu konuklarımıza. Mutsuz değildi. İçin için seviniyormuş gibi geldi bana.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fevzi Günenç Arşivi