Ekolojik kentlerde olmasa olmazlar-2

-Su kalitesinin korunması sağlanmalıdır. Kente su kaynaklarından temiz ve arıtılmış su sağlama, dağıtımı ve atık suların arıtılması için etkili bir su yönetim planının yapılması gereklidir. Yerel meclisler, üniversiteler ve çevre ve sağlık üzerine araştırma yapan kurumlar ortak çalışılmalı ve ayrıntılı bir su planını hazırlanmalıdır. -Etrafını çevreleyen bölgenin ve kentsel düzenin tarihi, kültürel ve çevresel niteliklerini korunması şarttır. Bu dokuyu yıkan her türlü faaliyet (baraj yapımı, ağır sanayi, yat limanı yapımı, vs.) engellenmelidir. -  Evsel atıkların kaynağında ayrılması, dönüşüm ve yeniden kullanım potansiyellerin artırılması gerekmektedir. Yine bu konuda da halkı bilinçlendirecek, teşvik edecek bir çok proje gerçekleştirilebilinir. -  Toprağın işgali için değil, veriminin artırılması için tarımsal politikalara geçilmelidir. Üretimde kimyasal, sentetik, doğal olmayan ne varsa bütün maddelerin ve teknolojinin kullanılması yasaklanmalı. Genetik yapısıyla oynanmış besinlerin üretimi değil; organik tarım desteklenmelidir. “Ekolojik bahçeler”, “değiş-tokuş pazarları”, “tohum değişim grupları” gibi biyo-çeşitlilik projeleri geliştirilebilir. Bireylerin özgürlükçü-ekolojik bir anlayışı geliştirebilmesi için öncelikle kendi doğasını kavrayarak kendi “iç barışını” sağlaması gerekmektedir. Kapitalist sistemin bireylere dayattığı değil, bizzat bireylerin sağlıklı ve doğal bir yaşamını destekleyen bir ihtiyaç anlayışı ve tüketim bilinci geliştirmesi gerekmektedir. Bu noktada, E.F. Schumacher’in “Küçük güzeldir” önermesi dikkate değerdir.  Kitabında Gandi’nin, "yeryüzünün her insanın gereksinimini doyuracak kadar verdiği, fakat her insanın açgözlülüğünü doyuracak kadar veremeyeceği" ifadesiyle başlayan Schumacher, bireysel devrimi “açgözlülük ve kıskançlığı etkisizleştirmeye başlayarak, lüksün bir gereksinim halini almasına karşı koyarak belki de tüm gereksinimlerimizi inceden inceye gözden geçirip basitleştirmeye ve azaltmaya çalışarak yapabiliriz” der ve ekler “bu gücü kendimizde bulamazsak da en azından ekonomik “kalkınma” türlerini alkışlamaktan vazgeçip, gariban damgasını yemekten korkmadan şiddete, yıkımcılığa, ayrımcılığa karşı çalışanları elimizden geldiği kadar destekleyebiliriz.” Bookchin’e göre gelecekteki ekolojik kent modelinin kurumsal ve ekonomik yönden nasıl olacağını ve hatta “nasıl olması gerektiğini” ayrıntılı bir şekilde ortaya koymak, aslında toplumsal ekolojinin en temel ilkelerinden birini, yani çeşitlilik içinde birlik ilkesini ihlal edecektir. Doğal eko-topluluklar başta olmak üzere, bütün insan topluluklarının ve bütün bireylerin güzel bir benzersizliğe sahip olduklarına ve ilişkin ekolojik görüşü göz ardı etmiş oluruz. Ciddi bir biçimde, yerelciliğin özgünlüğüne ve yaşanan yerin benzersizliğine olan duyarlılığı azaltmış oluruz. Bu duyarlılık, bize büyük ölçüde doğa tarafından verilmiş olan yaşanan yere duyulan saygıdır, sadakat duygusudur. Özgür, otonom ve organik nitelikteki (hem toprak, bitki örtüsü ve hayvanlar yönünden, hem de dayanışmayı ve toplumsal yardımlaşmayı teşvik etmesi açısından) eko-topluluklardan oluşan bir kent yaratma ideali, yine bu topluluklarının kendi mekanına (doğasına), kültürüne ve birikimine bırakılmalıdır. Yoksa ister ekolojik isterse başka bir modelde bir toplum yaratma çabaları, dar görüşlü ve hatta faşizan bir halk topluluğu ortaya çıkarabilir.   Sonuç olarak, doğaya bakış açımızın değişmesi için ilk başta yeni bir zihniyet ve vicdan (iç barış) devrimine ihtiyaç vardır. Daha sonrasında bireylerin yeniden doğa ile ilişkilendirilip, doğa ile uyumlu bir bağa kavuşturulması sağlanmalıdır. Demokratik ve cinsiyet özgürlükçü anlayışla, ekolojik anlayışı birbirinden ayrılmaz kılmak, dayanışma içinde olmak esastır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mesut Balcan Arşivi