Ahmet Kaya’ya sevgi ve özlemle…

AHMET KAYA’NIN TOMURCUKLARI Paris’teydik. Bir hüzün çemberinin içine sıkışıp kalmıştık. Herkesin yüreği, bedeni, dalından düşmüş bir kuş yavrusu gibi titriyordu. Bu, Paris’in, insanın iliklerine dek işleyen Kasım havasının yarattığı bir bir büzüşme, bir titreme değildi. Ahmet Kaya’nın ardından, ailesinin ve dostlarının Ahmet’in oluşturduğu sevgi halesinde bir araya gelişiydi. Akdeniz Ülkeleri İnsan Hakları Araştırma Merkezi’nin çağrılısı olarak Paris’teydim. Gittiğim günün akşamı da Ahmet Kaya ve Paris Kürt Enstitüsü Başkanı Kendal Nezan ile birlikte olacaktık. Görüşeceğimizin heyecanını yaşıyordum. Olmadı. Maalesef onun acısı ve özlemiyle buluştum. Ahmet Kaya’nın yüreği sürgün yaşamına daha fazla direnememiş, durmuştu. Sadece sürgünde oluşuna değil, linç edilmek istenilişinin yüreğinde ve bilincinde yarattığı tahribatın da bunda büyük etkisi olmuştu. Ahmet Kaya, kimilerinin sofralarında Kürtçe şarkılar söyleyerek işi geçiştirmedi. Kimliğine, diline ve kültürüne sahip çıktı. Kimliği ve diliyle şarkı söyleyeceğini açıkladığı zaman da neler olduğunu gördük. Sonra da olanlar oldu. Daha önceleri emekçi köylülerin ekip biçmek için hasret kaldıkları toprak, şimdi sürgündeki muhalif insanlarımızın, sanatçılarımızın hasreti oldu. Ahmet Kaya toprağına, ülkesine ve halkına hasret ilk giden değildi. Nazım Hikmet, Yılmaz Güney ve başkaları da o yalnızlığın ölüm yolcularıydı. Suçları sevmekti. İnsanı, ülkesini ve halkını sevmiş, sürgünde ölmeye yargılanmış hayatın çağdaşlarıydı onlar.   Ünlü PèreLachaise mezarlığında şimdi Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya birbirine yakın, ulu at kestanelerinin altında yatıyorlar. Mezarlarının başında saygıyla durduk. Bütün çiçeklerin renkleriyle örtülmüştü üstleri. İkisi de Kürt’tü. İkisi de muhalifti. İkisi de onurlu insandı. İkisi de genç yaşta unutulmaz bir yolculuğun yoldaşlarıydı. Gördük, Paris’te acısını günlerce söz ve umut eylemiş sevgili Gülten Kaya’nın ve Ahmet Kaya’nın “şahane kokulu, tomurcuk kızı” Melis’in annesiyle o dik ve onurlu duruşlarını kimlerin paylaştığını. Devleti yönetenlerden ve yönettiği sanılan siyasetçilerden hiçbirinin aramadığını gördük. Göreceğiz Ahmet’in kimliği ve diliyle söylemek isteyip de söyleyemediği şarkıları şimdi kim söyleyecek. Paris’te kaldığımız sürece Ahmet’i konuştuk. Ahmet’i andık. Ahmet’in gittiği lokanta ve kafelere gittik. Ahmet’i özledik. Ahmet aramızdaydı. Ne çok seveni ve dostu varmış. Avrupa’da yaşayan Kürtler, Türkler Ahmet’i yalnız bırakmadılar. Bu dayanışmanın nedeni, Türkiye halkının kardeşliğini Ahmet Kaya’nın ardından bir kez daha coşkulu dışa vurumundan başka ne olabilirdi ki? Ahmet Kaya hep zorlukları göğüsleyen biriydi ama bu kez işin kolayını seçti! Bu denli iş varken bırakıp gidilir miydi? Gitti… Ya bizim acılarımız ne olacak? Ağrıları gidermek kolay. İçersiniz ağrı kesicileri, ağrılarınız diner. Peki bu tür acıları dindirecek ilaç nedir? O da biliniyor. Gerçek demokrasi. Herkesin kendi kimliği ve diliyle yaşayabileceği demokratik bir ülke. Ahmet Kaya, Pazar günü HADEP kongresine yıldızlar ve çiçekler ülkesinden selam gönderdi. Salonun dışına taşan on binlerce şahane kokulu genç tomurcuk açmaya hazır duruyordu. Ahmet Kaya’nın şarkılarıyla çoğalacak genç tomurcuklar… Umut veriyorlar. Sevgili Ahmet, cezaevinde önce seni ısıtan sonra da beni ısıtsın diye Gülten’le gönderdiğin kazağını giydim. Üşüyorum… 28 Kasım 2000

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Akın Birdal Arşivi