İzmir’i tanımak ve yaşamak  

    Malum yaz aylarındayız, insanların içinin kıpır kıpır olduğu dönemler, kışın ayazını karını yediği atkı berelerini sarınıp okuluna, işine üfleyip püfleyerek gidip yazı görür görmez; deniz, kum, güneş, yeşil ile kendini ödüllendirmek istiyor doğal olarak. Tatilin tanımı kişiden kişiye değişiyor kanımca, bu tatil denen şeyi sadece Temmuz ve Ağustos ayına sığdırmak doğaya yapılan büyük bir haksızlık bunu belirteyim öncelikle. Yazlı kışlı cennetten bir parça olan ülkemi keşfetmek bana şifa gibi geliyor adeta. Çocukluğumdan buyana hep hayalini kurduğum bir yer vardı ki o da güzel İzmir.. Televizyonlarda, dergilerde, gazetelerde hep o saatli kuleyi görürdüm etrafındaki uçuşan kuşlar, mabedini yıllardır korumayı bilen bu şaheseri yakından görmeyi öyle arzuluyordum ki bilemezsiniz. Ee tabiî ki dar gelirli insanların çocuklarıydık biz evvelden gemiler, martılara gevrek atmak nedir bilmezdik, tutardı annemiz elimizden nereye köye fıstık toplardık, a birde çiğdem bilir misiniz çiğdemi; meyvesi toprağın altında çiçeği de yeşil incecik tıpkı çimene benzerdi kürekle kazıyıp toprağın altından çıkarır evvel filesini soyar sonrasında afiyetle yerdik. Ondan bundan duyardım deniz taşı toplarlarmış, kumdan kaleler yaparlarmış birde İzmir’in dalga sesi hiçbir enstrümanın sesine benzemeyecek kadar güzelmiş… Gel zaman git zaman derken şu İzmir’le tanışma imkanını buluyordum. O da ne öyle; saatli kule tüm heybetiyle meydanın orta yerinde tıpkı kırmızı kıpkırmızı olgunlaşmış senenin en iyi mahsulü olan fıstık ağacı gibi gelene geçene tadıma bak der gibi göz kamaştırıyor. Adeta büyüleniyorum. Kubbesi sanki gökyüzünü delecek.. Sonra Efeyle  tanıştım bir türlü peşimi bırakmıyor yanımda ki Leman hanım kızım elinde ki gevrekten( Leman hanıma bizim oralarda buna çıtır simit denir dedim ) ver bir parça bu martılar kokularını alıp gelirler deyiverince konaktan-karşıya seferi boyunca bana eşlik etti, ve gevreğimin tamamını Efe yedi beni yalnız bırakmadığı için ona minnettar kaldım.. Efe kadar şanslı olmak yeryüzünü uçarak keşfetmek, dünyaya martı olarak gelmediğime de hayıflandım gizliden gizliye. Hele o kemer altı çarşısında çingenelerin attığı göbekçikler, ben böylesine işine aşık gacılar görmedim ağzım açık hayranlıkla izlemekten kendimi alamadım. Alsancak demek özgürlüğün doğdu yer demek sanırım; kitap okuyan, elli yaş üzeri hanımların bisiklet kullanması, sevgililerin her dilden birbirlerine duyduğu aşkı yansıtması, genç kadınların kahkahalarıyla sahili inlettiği ve nicesi bunları yaşıyor olmak ruhuma büyük bir ödüldü bence. Çünkü insanlar neyi yaparak mutlu oluyorsa, onlarla armağanlar vermeli kendisine. Hele o eski Foça’nın gün batımı, çeşmenin babacan halkı, Alaçatı’nın şirin mi şirin dar sokakları ve bir o kadar cana yakın sokak hayvanlarıyla kurulan sevgi bağı anlatılmaz yaşanır cinsinden. Medeniyet şehrimi yüzde bir milyon artık bende bu fikre katılıyorum. İnsanların, hayvanlar ve bitkilerin yani yaşamda ki tüm canlıların birbirlerine saygısı sonsuz ve hepsi de aynı iklimi paylaşıyor olmaktan son derece zevk alıyorlar. Ya o dalgaları; geceleri hırçın bir oğlan çocuğunu andırırken gündüzleri ipek saçlı kız çocuğuydu sanki. Betül’ün içinde on beş yaşında ki çocuk kordonun çimlerinde yayılarak ufuk çizgisinde ki hayalleriyle mest olmuş vaziyetteydi. Anlayacağınız şu ki Türkiye bir tarafta İzmir ayrı bir tarafta benim için. Yıllarca hayalini kurduğum yerden büyülenerek dönmek, ruhumda ki tarifsiz coşku, gittiğime fazlasıyla değdi derken buldum kendimi ve hatta kalan hayatımı orada yaşamak için çabaladığımı da söylemeden edemeyeceğim. Gezelim, keşfedelim, doğanın bize hediye ettiği bu güzelliklerden kendimizi alıkoymayalım Ülkemiz koca bir hazine, şifa doğada… Sanırım İzmir demek Efe demekti artık.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Betül Erikçi Arşivi