Arif Nacaroğlu
Şirince
Yayınlanma:
Güncelleme:
Geç çocukluğum ve gençliğim Bakırköy’de geçti. O zamanlar İncirli’den Bakırköy sahiline iki tarafı ceviz, dut ve incir ağaçları ile dolu incecik bir yoldan gidilirdi. Kardeşim, Norman marka ikinci el bisikletini taksitle yeni almıştı. Dış ve iç lastiklerini değiştirip, zincir ve freni elden geçirdikten sonra yeni gibi olmuştu Norman. Bakırköy-Beyazıt dolmuşuna çarpıp hurdaya çıkana kadar ulaşım sorunumuzu hem ucuzlaştırmış hem de eğlenceli hale getirerek görevini yapmış ve kömürlükteki yerini almıştı.
Bakırköy sahili balıkçı barınağından ibaretti 60’ların sonunda. Balığa çıkmadan dizimize kadar denize girer kayaların altından balık yemi olarak kullanmak için kurtçuk toplardık. Paramız olmadığı zaman barınağın yanından, biraz para bulduğumuzda şimdi yerinde devasa Rezidansların olduğu Ataköy plajından denize girerdik. Hatta bir yaz, şimdi Deniz İncisi ismiyle sahili kaplamış çirkin betonların yerinde olan ağaçların içine gömülmüş Polonya Kampında çadır bile kurmuştuk Halit’in babasının torpiliyle.
Şimdi paravanlarla, güvenlikçilerle kapatılan, yandaş müteahhitlere verilen, yargı kararlarına rağmen yapılan çirkin, yüksek binalarla kaplanan sahil, deniz o zamanlar herkesin malıydı. Sarayburnu’ndan Menekşe’ye kadar bizimdi.
Sonra bir yağma başladı. Önce Taksim’de yükseldi çirkin otel binaları. Dolmabahçe İnönü Stadyumunun hemen yanı başına yapılan Gökkafes tüm itirazlara ve yargı kararlarına rağmen Özal ve Papatyaların korumasıyla öylece kaldı. Ve o zaman başladı yasayı tanımamak, siyasete parasal destek veren kirli yandaşa para aktarmak için anayasayı delmek. Sonra Levent’e, Maslak’a saldırdı rantçılar. En azından tarihi yarımada korunuyor derken yükseliverdi kaçak Kazlıçeşme gökdelenleri. Başbakan, Belediye Başkanı ve bilumum zevat, ta ki imam hatip lisesine bakım yaptırana kadar küstü müteahhite. “Fazla katlar yıkılsın” kararı veren mahkeme, yıkım işlemini yapacak belediye, kepçeci, hafriyat kamyonu satıcısı, sürücüsü toptan yok olmuş, yer yarılmış içine girmişti bir gecede.
Ardından Kazlıçeşme Tank Bakım, Sümerbank arazisi, Ataköy plajı gitti rantçıların eline. Bölge halkının direnişi, mahkeme kararları filan vız geliyordu yandaş inşaatçıya. Binalar bitiyor, sonra mahkemeler yıkım kararı veriyordu. “Bir depremde hepsi yıkılır bunların” uyarıları bile fayda etmiyordu hiçbir şey olamadıkları için müteahhit olanlara. Tarihten ders almışlar(?), en kötü durumda nasıl olsa yeni bir Veli Göçer bulup işin içinden sıyrılmanın hesaplarını yapmışlardı.
Ama belediyeler bazı yerlerde güçlüydü. Adı sanı duyulmamış kasabayı, kıyamet günü sadece orada bulunan insanların hayatta kalacağına inanılan Şirince’ye dönüştüren, hayatında rant nedir bilmeyen kaçık profesörlerin ve arkadaşlarının ülke çocukları, gençleri bilimle yakınlaşsın, kafaları çalışsın diye kurduğu kasabada mahkeme kararları tıkır tıkır uygulanmalı ve kasaba yıkılmalıydı. Kaçık profesör sayılara kafayı takmış, kurduğu köyün bir köşesini bir cemaate vermeyi akıl edememişti. Köyün suçu da zaten büyüktü. Her çeşit meyveden şerbet değil şarap üretiyorlar ve dünyanın her yerine satıyorlardı. Fazladan 40 kat, 50 kat çıkmamışlar, milletin denize girdiği yerleri paravanlarla ele geçirmemişlerdi ama evlerine balkon eklemişler, ikinci katlarına oda ekleyerek “Rant” elde etmişlerdi. Hem de koruma kararı alınarak yıkılmaya mahkum edilen eski evlerinin üstüne.
Şimdi adaletin yerine getirilmesini, mahkeme kararlarının uygulanmasını ve Şirince’nin yıkılmasını, İstanbul’a dikilen kaçak gökdelenlere “Af” çıkartılmasını, Şirince köylüleri göçe zorlanırken, necip gökdelen sakinlerinin, gökdelen müteahhitlerinin mağdur edilmemesini ve “milli servet” oluveren beton yığınlarının ilelebet İstanbul göklerini kirletmesini ve yenilerinin eklenmesini bekliyoruz.
Tersini beklemek vatana ihanet olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.