Arif Nacaroğlu
Halep yanıyor
Yayınlanma:
Güncelleme:
Savaştan önceydi. Gümrük kontrolü ve ardından polis kontrolünden sonra Kilis kapısından girmiştik Suriye’ye. Otomobilin gümrük işlemleri için sıra beklerken Kilisli bir sınır tüccarı önümüze geçip Suriyeli görevlinin çekmecesine 5 TL bırakınca işlerin nasıl çabuklaştırıldığını anlamıştık. Biz de aynısını yaptık. Son kapıdan önce gümrük memurunun “Bahşiş mi, teftiş mi?” sorusuna 10 TL ile cevap verdik. Daha önceden uyarıldığımızdan boş depoyla girdiğimiz Azez kasabasında depoyu, litresi 40 suriden (o zaman 33 suri 1 liraydı) tıka basa doldurduk. Çarşı içerisindeki simit fırınında bedavaya yakın bir fiyata çay ve böreklerimizi yedikten sonra Halep’e yola koyulduk. Solumuzda yüksek duvarlı askeri üssü geride bırakıp Halep’e vardık. Küçücük köy yollarının girişine devasa beton sütunlu kapılar yapmış, üzerlerine hem Suriye, hem parti bayrakları ve Beşar Esad’ın posterlerini koymuşlardı. Kapılara bakınca insan köye değil, dünyanın en önemli kentine girdiğini düşünüyordu.
Halep merkezine geldiğimizde, anlamsız hareketler yapan trafik polisi ile göz göze gelmeden arabamızı park edeceğimiz Halep Kalesi civarına yöneldik. İstanbul’dan daha felaket bir trafik, korna gürültüsü, aldırılmayan ufak çaplı çarpışmalar ve bu çarpışmaların tüm izlerini umarsızca taşıyan taksiler, abartılı ama içi boş bağrışmalar Halep’in yaşayan ruhuydu. Eski model teybinde İbrahim Tatlıses çalan bir taksiye atladık. Kimliksiz bir Kürt şoför 25 suri karşılığında bizi Müslüman Raşit’in Hıristiyan Mahallesi’ndeki güzel butik oteline bırakmıştı. Mart ayının güzel sabah serinliğinde avluda kahvelerimizi yudumlarken dünyanın en eski ve güzel şehirlerinden Halep’in insanları ufak gösterilere başlamıştı. İnanılmaz bir istihbarat, ihbar ve gizli polis korkusu, yüksek duvarlı bu evin avlusunda bile Esad hakkında konuşurken sesimizi, Raşit’i taklit ederek, biraz alçaltmamıza neden oluyordu. Her şey konuşuluyordu. Ama Esad kelimesi geçince Raşit dudak hareketlerini, bize çay servisi yapan Filistinli garsondan, mutfak penceresinden bizi izleyen Arap kızdan, hemen yanında duvarda asılı Beşar Esad ile Recep Tayyip Erdoğan’ın el ele çektirdikleri fotoğraftan gizlemek için eliyle ağzını kapatarak konuşuyordu. Halep’e ilk bakışta, hareketli bir yaşam, yoğun bir alışveriş, işinde gücünde insanlar, parklarda el ele dolaşan gençler, 5 bin yıllık kalenin avlusunda top oynayan çocuklar ve Avrupalı turistler, bu kentte her şeyin güzel olduğu izlenimi veriyordu.
“Değil” dedi Raşit. “Her şey çok kötü olacak. İşin içerisinde sadece Suriyeliler olsa oturup çözeriz bir şekilde. Yakında uyuyan hücreler uyanacak, gizlenmiş silahlara komşularda gelen diğer silahlar eklenecek, savaş büyüyecek.”
Raşit kaygılıydı. Her Suriyeli gibi o da tüm sorunların nedeni olarak İsrail’i görüyordu. Ona göre bölgede İsrail’e tek kafa tutan ülke Suriye’ydi ve İsrail ne yapıp edip Suriye’yi halledecek, Müslümanlar aptalca birbirlerini boğazlarlarken İsrail yeni yerleşimler kuracak, topraklarını genişletecekti. Sonunda olan bu ülkenin insanlarına, tarihine ve 100 yıllık geleceğine olacaktı.
Şimdi güzel Halep, elinde benzinle dolaşanlara, “Bu savaş çabuk biter, Esed gider. Şam’a bahar gelir.” diye ateş verenlerin sayesinde yanıyor. Ve ateşi verenler ağlıyormuş gibi yapıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.