Firavun ve Avaneleri

Kendisinden başka söz söyleyecek, kanun koyacak, yönetecek güç kabul etmeyen despotizmin simgesidir Firavun. Küçük olmaya ve küçük kalmaya alıştırılmış, manen ölü bir toplumun tanrısı…Kapalı kapıları rüşvetin anahtarı ile araladığı için makam sahiplerini servetinin ağırlığı altında ezen “anahtarcı” tanrı Firavun.. Her asrın başrol oyuncusu olmaya aday Bir prototip… İyiliğin ve güzelliğin yol kesicileri… Bir de o yola girdiği, dere tepe düz gittiği, hatta yol açıcı olduğu halde, bir dönemeçte tepetaklak yuvarlanan şer prototip .. Önce yalandan iman edip sonra nüfuz ve tercihlerini zulümden yana kullananlar.  Allah’ın ayetleri hakkında bilgi sahibi oldukları halde o bilgiye önce uyup sonra ondan uzaklaşanlar. Halk adamı gibi görünüp kuyu kazanlar. Halkın inançları üzerinde tahakküm kurarak dinle ahlakın arasını ayıranlar. Birine ilim ve marifet, diğerine sanat ve hüner verildiği halde, bunları dünya nimetleri uğruna harcayıp hüsrana uğrayanlar. Dünyaya sımsıkı sarıldıkları için yönlerini ihtiraslarının kıblesine çevirenler. Şeytanın peşine takılmış azgınlar. Din bezirgânları. Sömürü düzeninin firavundan sonrada sürüyor. İnsanları kandırırken Allah’ın adını kullananların bunlar ne ilkidir nede sonudurlar.. Dünya karşılığında dinini satışa çıkaranların en büyük payandalarıdırlar. Sömürü düzeninin sürmesi çok istenir.. Dünyevî çıkar ve hesaplar için Allah’ın ayetlerini tahrif eder. Şer bir sisteme ve zalimlere yaranmak adına, dini türlü yorumlarla asıl gayesinden uzaklaştırır. Batılı hak, hakkı batıl gösterir. Heveslerini tatmin için mukaddesatı kemirir. Tüm gayrimeşru eylemlerine meşruiyet zemini hazırlar. Yaşarken her şeyi mubah gören yalaka soytarılar al birini vur ötekine misali; Dünya bir kemikse, o da istekli bir kelptir. Nereye koştuğunu bilemeden geçirdiği seneleri her şeye rağmen sermaye kabul eder. Firavun’un bahşedeceği bir makam ya da Kârun’dan gelecek bir ihsan için hevesle bekler.!.. Değil mi ki “güç ondadır”, ondan bir iltifat görmek ihtimali bile ağzını kapatmasına mani olur. Muktediri yüceltmek için kendini alçaltır. Hayatının muhasebesini yapmaya asla yanaşmaz. Şekli ve cami yaparak ibadetini Cennet’e gitmenin garantisi görür. Halkın teveccühünü ve “devlet”e hizmetini de öyle… Küçük bir döneklikle açıldığı isyan deryasından geri dönemez. Tekme yese de gücün ve iktidarın eşiğinden ayrılamaz. İnanç cebren ve hile ile yazılımcı hileleri … Bunlar ise aklı eren, konuşmasını bilen, değişik beceriler sergileyebilen bir hünerbâzlar.Adeta musa’nın kızıl deniz hikayesi gibi; Kızıl Deniz’i geçesiye kadar hırslarını ve hesaplarını saklı tutar. Kendini emniyette hissettiği ilk fırsatta, yeteneğini bir buzağı heykeli/putu yapmakta kullanır ve iman kalbine henüz yerleşmemiş bir toplumu şirke ikna eder. İşte söz ettiğim muhafazakârdır. Halkın kültür ve inanç kodlarını çok iyi bildikleri için rahatça sömürür. Kitleleri Firavun ayarlarına döndürmekte zorlanmazlar. Toplumsal zafiyetleri açığa çıkararak eski alışkanlıkları geri çağırır. Kendisine destek olanlarla birlikte, “Aslında ilâhınız budur, hatta öyledir ki siz bunu idrak edemezsiniz bizler biliriz derler.Üstelik bunu halkın, yani terk ettiklerini zannettikleri mekândan/bilinçaltından kalma ziynetleri eriterek yaparlar. Kısaca dünya sevgisinden. Başkalarının elinde iken kıyasıya eleştirdikleri imkânlardan… Kıssada, Samirî’nin bu putu nasıl yaptığının sorulması üzerine verdiği cevap, çağlar boyu din adına insanlara kendi düşüncelerini dayatanların metodolojisini özetler: “Ben, dedi, onların görmedikleri bir şeyi gördüm. O Resul’ün izinden bir avuç toprak alıp onu potanın içine (buzağı heykeline) attım.” (Taha Sûresi, 96) Yani, “batıla bir hak görüntüsü verdim. Çaldım, ama çalıştım. Haram yedim, ama türlü türlü vakıflar kurdum. Zulmettim, ama hacca gittim. Tahakkümün zirvesine yürürken peygamber yolunda göründüm. Kendi propagandamı yaparken ayet referansları kullandım. Öfkemi kusarken Allah dedim. Konya ise Mevlânâ’dan, Kars’sa Harakanî’den alıntı yaptım. Hırsızlığı tavsiye edeceğim konuşmamı besmele ile başlattım, dua ile bitirdim. Velhasıl bütün cürümlerimin üzerine Resul’ün izinden hırsızlanmış bir avuç toprak attım.” “Sana vaad edilen bir ceza var ki, ondan asla kaçamayacaksın.” Firavun ve yalakalarının sonu kendi kazdıkları çukura düşmek olur. Tuzakları kendi başlarına dolanır ve ayakları kendi attıkları ağlara bağlanır. Devrilip giderken kendine inananları yedirip içirdikleri Bel’amlaştırdıklarını da peşinde sürükler. Altın buzağı yakılıp külleri denize savrulur. Buzağıya Tanrı diye tapanlar dünya hayatında bir gazap ve bir zilletle cezalandırılır. Geride elleri böğürlerinde, çaresiz ve pişman bir millet kalır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Arşivi