Mustafa Ercan
Diktatörün psikolojisi
Yayınlanma:
Güncelleme:
Bir ülkeden gasp edilen on iki yıl düşünün! Her nüfus için ayrı ayrı on iki yıl! Bir başka deyişle on iki tane 365 gün veya yüz kırk dört ay demektir. Bu, ülkemizde yaşayan her birey için gasp edilmiş on iki yıl demektir. 2002 de doğanlar şimdi 12 yaşında ve o zamanın çocukları da şimdinin delikanlıları oldu. Biz devrimciler, bu iktidarın ne kadar düzenbaz ve sahtekar olduğunu daha en başından haykırmıştık. Çünkü biliyorduk ki bunlar, toplumların din ve inançlarının pazarlandığı neo-skolastik bir borsanın tacirleriydiler! İçlerinde hiç yoksulluk çekenler de yoktu. Çünkü halktan yardım adı altında topladıkları büyük meblağlarla palazlanıp geliştiler. Baktılar bu işte çok kar var, o zamanda kuran kursları adı altında bol bol gerici odaklar açıp, kendi çıkarlarına uygun düşünceleri insanlara "islam" diye enjekte ettiler. Bildiğimiz klasik liselerin çoğunu da kapatarak ya işe yaramayan meslek liselerine dönüştürdüler, ya da bilime ve cumhuriyete daha fazla düşman yetiştirmek için imam hatip okullarına çevirdiler...
İslam toplumları öyle karışık bir yapıya sahip ki... Eminim bunun analizini yapmayı çok az insan başarmıştır. Bizler de birer sosyolog değiliz ve zaman zaman yanlış değerlendirmeler yapmamız da gayet doğal olsa gerek... Genel olarak okumayan, Kültürel faaliyetleri alarm veren, sosyal aktiviteleri çok düşük ve feodal geleneklerini yoğunluklu olarak sürdüren muhafazakar bir toplumuz. Buna cemaat ve tarikatçılık geleneği de eklenince bireylerin özgür olarak düşünüp karar vermelerinin önü kesiliyor. Cemaat lideri kendi topluluğu adına konuşur, bireylerde ona uyar. Bu kolaycılık bireylerin işine de yarar. Çünkü okuma ve düşünme zahmetine girmemiş oluyorlar!
Ama Gezi olayları ile girdiğimiz süreç öyle keskin bir viraja girdi ki, freni patlayan Akp iktidarının savrulmasıyla birlikte bütün pislikler dünyaya savruldu. Tayyip Erdoğan ve bütün kabinesi devlet adamı kimliğini bir yana bırakarak rollerini açıktan oynamaya başladılar. Kasetler savaşı ile başlayan çözülmelerde halk başbakanın ve hırsızlar kabinesinin ne kadar takiyyeci ve haramzade olduğunu açıkça görmesine rağmen hala bir takım tereddütleri vardı. Ama Akp üzerinde ağırlığı olan ahlak yoksunu bir iş adamının "bu milletin a.... koyacağız!" demesi, Bolu millet vekilinin Tayyip'i Allah'a şirk koşması, sözüm ona bir profun kendi karısını Tayyip'e teklif eder gibi demeç vermesi, bazı Akp üst düzey kadın yöneticilerinin başbakanı her görmelerinde cinsel haz aldıklarına dair belden aşağı mesajlar vermeleri, en çok yolsuzlukla anılan eski iç işleri bakanının Rıza Sarraf'ı arayıp "önüne yatarım" deyip; bir başka kasette de gezi eylemcileri için "hepsinin anasını s...... demesi halkı iyice düşündürdü. Ama esas çözülme 269 gün komada yattıktan sonra 15 yaşında ki Berkin Elvan'ın hayatını kaybetmesiyle yaşandı. İslamı bir limon gibi sıkıp suyunu çıkaran iktidar, halkın cenaze gelenekleriyle bile alay etme küstahlığını gösterdi. Berkin Elvan'ın, Türkiye sınırlarını aşıp Avrupa, Amerika ve diğer kıtalara barış mesajı taşıyan kocaman yüreği, ulaştığı her toplumda saygı ile karşılandı. Ama bizde hem içerde, hemde Avrupa Birliği'nde yolsuzluk yapmaktan dolayı hakkında dava açılan eski bakan Egemen Bağış, cenaze evi ve katılanlar için "nekrofili" (ölü sevici, ölü ile cinsel ilişkiye giren) diyecek kadar terbiye sınırlarını aştı. Oysa bu halk, böylesine sapkın bir cinsel yönelimin Türkiye toplumları içinde yeri ve savunanları olmadığını iyi biliyordu. Üstelik bu sapkın tarikatın savunucuları daha çok Mısır'da Rabia işareti yapan Mursi ve taraftarlarıydı! Başbakan Erdoğan ve ekibinin mitinglerde nasıl Rabia işareti yapıp, Mursi'ye destek verdiklerini ise bu halk çok iyi bilmektedir. Bu durumda kimlerin "nekrofili" olduğu çok açık olmakla beraber; eski Akp'li bakan Egemen Bağış'ın bilinç altındaki cinsel yönelimini ağzından kaçırdığı da çok açıktır!.
Berkin Elvan'ın masumiyeti, iktidardan hoşnut olmayan milyonlarca insanın isyan çığlığını tek slogan halinde birleştirirken; Akp'ye sadece insani duygularla gönül veren insanların da gözünü açtı. Türkiye'de 40 ilde bir araya gelen milyonlarca insan katiller bulunsun diye adalet isterken, Akp içinde malum kişinin bilgisi dahilinde ki satırlı-sopalı güruhlar, başbakanın ayrıştırıcı ve tahrik edici demeçlerinden cesaret alarak, Berkin Elvan'ın evi yakınında ki kitleye karşı saldırıya geçerler. Hatta sosyal medyada paylaşılan bazı kasetlerde bu kesimlerin bizzat polis denetiminde "ötekilere" saldırtıldıklarını izledik. Ama ne olduysa sokak aniden karanlığa bürünüyor ve silah sesleri duyuluyor. Sonra Burak Can'ın ölüm haberi geliyor. Ertesi gün başbakan Burak Can'ı vurdular diye yeni ölümler üzerinden siyaset yaparken; daha 14 yaşında ekmek almaya giderken polis eliyle vurulup 269 gün sonra hayatını kaybeden Berkin'i terörist ilan ediyordu. Başbakan söylediği sözlerin farkında bile olmadan çıktığı miting alanlarında açıkça iç savaş çığırtkanlığı yapıyordu. Ama Berkin ve Burak Can'ın babalarının biri birlerine sarılıp baş sağlığı dilemeleri çok şeyi değiştirdi. Başbakan bir iç savaş çıkartıp, hakkındaki hırsızlık ve yolsuzluk dosyalarını kan göllerinde yok etmek isterken; Burak Can'ın babası "benim oğlumu karanlık bir kurşun aldı! Gezi olaylarından beri kimseyi vurmayan solcular, benim oğlumu da vurmadılar!" diyerek, üstü kapalı olarak iktidarı suçladı. Bu iki babanın bir araya gelip gösterdikleri erdem, Türkiye'de Akp'ye oy veren çok insanın da gözünü açtı. Bir yanda ayrıştıran ve halkları bir birine kırdırma politikası izleyen iktidar; diğer yanda ise bu oyunlara düşmemek için çaba sarf eden halklar. Sami Elvan ve Halil Karamanoğlu gibi babalar olduğu sürece Akp iktidarının iç savaş çıkarma çabalarının boşa çıkacağını düşünüyorum. Ama bu toplum hala diken üstünde ve çok hassas bir dönemdeyiz.
Dokuz aydan beri bir türlü yargı önüne çıkartılmayan katil ya da katillerin kimler olduğu bellidir. Madem deliller karartılmış, yok edilmiş ve ya gizlenmiştir, o halde o delilleri toplayıp korumakla görevli olan birimler suçludur. Yok olmadı; o zaman da "polise emri ben verdim! Polisimde kahramanlık destanı yazdı!" diyen zat vardır. Tayyip Erdoğan'dan korkusu olmayan bir kaç savcı daha fazla zaman kaybetmeden derhal harekete geçmeli ve "emri ben verdim!" diyen zat hakkında gerekli yasal işlemi başlatmalıdır. Geç kalan adalet kimsenin yarasına merhem olmayacaktır.Hiç bir adalet ne Berkin'i annesine geri verebilir, ne Ali İsmail'i, ne de diğer gezi şehitlerini. Ama belki gelecek için çok küçük bir ışık olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.