Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu
Başta İşçi Sınıfımız Olmak Üzere…
Yayınlanma:
Güncelleme:
Hikmet Kıvılcımlı, pek çok sözüne bu cümle başlar. Gerçekten de İşçi Sınıfımız üretimin başında yer alan en önemli unsurdur. Hayatın temel amacı üretimdir. Üretim olmadan, tüketim olamaz, hayat devam edemez. Bu nedenle üretim ilişkileri ekonomik ve sosyal yapımızı belirler. Ortaçağda derebeylik nasıl bir ekonomik düzeni temsil ediyorsa, günümüzde kapitalizm farklı bir ekonomik düzeni temsil ediyordur. Ülkemizde kapitalizmin gelişim 19 yüzyıla dayanır. Fakat ülkemizin özgün koşulları gereği, montaj sanayinin ötesine geçtiğimiz pek bir alan yoktur. Çünkü buluş yapacak bir bilim alt yapısına bir türlü sahip olamamışız, sürekli engellenmişiz. Hatta , “başımıza icat çıkarma” diye bir deyimimiz bile var. Bu koşullar altında serpilip gelişen üretim ilişkileri içinde, günümüzde İşçi Sınıfımız zorluklar içindedir. Gaziantep Başpınarda kurulu Organize Sanayi Bölgesinde geçen hafta içinde, bir tekstil fabrikası olan Boyar Kimya fabrikasında işçiler, Ocak ayında verilmesi gereken ücret zammı, asgari ücretten üç beş lira fazla olarak belirlenince, yaşadıklarına isyan ederek fabrika dışına çıktılar. Üç vardiyanın hepsi bu eyleme katıldı. İşçiler, aylık ücretlerinin 1250 lira olmasını istiyorlardı. Sendikaları yoktu. Üretimi durdurunca nasıl pazarlık yapacakları konusunda, çok deneyimleri yoktu. Gerçekten hakların savunacak bir sendika istiyorlardı ama sendikaları da tam tanımıyorlardı. Başpınarda, geçen yıllarda yaşanan direnişlerini de görmüşlerdi. Direniş sırasında işverenler, “sendikayı bu işe karıştırmayın, gelin sizinle anlaşalım” deyip, işçiye üç-beş zam yaptıktan sonra, direnişe öncülük eden işçileri işten atmışlardı. Bu durumda işçiler mücadele açısından, direnişten önceki duruma dönüyorlardı. Bu da bazı işçilerde umutsuzluk yaratıyordu. Gazetemizden Bekir Şahin ve Aysel Şahin de yazılarında, Başpınardaki işverenlerin işçileri asgari ücrete mahkûm etmelerini konu ettiler. Gerçekten de 100 bin civarındaki işçi, AKP hükümetinin ve işverenlerin baskısı yüzünden sendikalı ve örgütlü olamıyor. Bazen de işveren, işçiler mücadeleci bir sendikaya üye olmasınlar diye, işçilerin sarı sendikalara üye olmasını zorunlu kılıyorlar. Yani işveren sendikacılığı da yapılmış oluyor. Zaten 12 Eylül anayasası da, örgütlenme, toplu sözleşme grev hakkı konusunda pek çok kısıtlama getiriyor. AKP hükümeti yeni çıkardığı yasalarla, bu kısıtlamaları genişletiyor.
Buna rağmen, şu anda yaslarımıza göre işçinin sendikalaşmasını önlemek suç. Ama işçi sendika üye olursa atılırım diye çekiniyor. Yani bu yasa hükmü boş yere orada duruyor. Uygulanmıyor. İşçi-İşveren ilişkilerinde tarafsız olması gereken kamu yetkilileri hep işverenden yana oluyor. Haklı bir direniş veya grev yapan işçilerin yanında, kamu yöneticilerini (Vali, Kaymakam, Emniyet Müdürü), görüyor muyuz? Hayır. Onlar hep işverenlerin yanında oluyorlar ve toplantılar yapıp “bu direnişleri nasıl sona erdirebiliriz” i tartışıyorlar. Çoğunlukla da güvenlik güçleri aracılığıyla direnişler engellemek isteniyor, İşçi Sınıfı mücadelesine “yasadışı” damgası vuruluyor. Oysa işveren, işçiyi yasalara aykırı olarak sigortasız çalıştırabiliyor. Fazla mesailer ödenmeyerek, işçinin aldığı ücret aylık olarak hesaplandığında, asgari ücretin bile altına düşüyor. İşçiler keyfi olarak işten çıkartılıyorlar, ihbar tazminatları ödenmiyor. En önemlisi de pek çok işçi sağlıksız iş koşulları nedeniyle iş kazası geçirerek hayatını kaybediyor.
Ülkemizde bugün ciddi bir demokrasi sorunu yaşanıyorsa işte bu işin temeli, başta işçi sınıfımız olmak üzere halkımızın örgütsüz bırakılmasıdır. İşçi sınıfını örgütlü hale getirmek, İşçi Sınıfı mücadelesine yürekten inanan, Devrimci Sendikacıların en temel görevidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.