Arif Nacaroğlu
Son Savaş
Yayınlanma:
Güncelleme:
Henüz iç savaş başlamamış, nereden geldiği belli olmayan(?) silahlar, kendilerine muhalif diyenler tarafından ortaya çıkartılmamıştı. Halep’te arkadaşımın butik otelinin taş avlusunda oturuyorduk. Suriye’de konuşulması bile tehlikeli olan gösteriler ufak tefek başlamış, hayatında gösteri nedir bilmeyen devlet güçleri silah kullanmıştı. Ben kendi ülkemden böyle gösterilere alışık olduğumdan endişelenecek bir şey olmadığını düşünüyordum. Arkadaşım Raşid endişeliydi. “Çok kötü”, dedi, “İç savaş çıkacak. Yıllardır dost olarak yaşadığımız insanlarla, komşularımızla kapışacağız. Ülkemiz tıpkı Irak gibi istila edilecek. Ama parası olan kendini kurtaracak, parası olmayan perişan olacak.”
“Saçmalama” dememe aldırmadan “Kalk gidiyoruz” dedi. Halep’te yeni açılan bir Fransız ve bir Amerikan marketinden, 6 ay yeteceğini düşündüğü konserve, makarna, yağ, şeker, tuvalet kağıdı gibi bir yığın erzak aldı. Yolda bir yerlere girip parasını dolara çevirdi.
Büyük İskender’den, belki de daha öncesinden beri Halep’li olan Raşid savaşın çıkacağına emindi. Aynı günlerde Halep kapalı çarşısındaki kuyumcular vitrinlerindeki tüm altın, gümüş, pırlanta, dolar neleri varsa çantalarına, kamyonetlerine doldurmuş, becerebilen daha batının, beceremeyen, Azez’de yüzde 10 can parası ödeyerek, Türkiye’nin yolunu tutmuştu. Savaş, insan canına karşılık para demekti.
Raşid bir süre Halep’te evde saklandı. Özgürlük savaşçısı diye ortada dolaşan çeteler, soyguncular evleri talan etmeye, evdekileri öldürmeye başlayınca 5 bin yıllık şehrini terk edip, kendilerine İslamcı(?) muhalif diyen, ne kadar da çabuk oralara getirilen biraz çekik gözlü, sarı benizli, hiç de bu topraklara ait olmayan silahlı soyguncuların rüşvetini ödeyerek, taşıyabildikleri ile Türkiye’ye kaçtı.
İlk gösterilerde göstericiler önceleri önünden geçmekten korktukları Dera Baas Partisi merkezini ateşe vermiş, olaylarda 7 polis, 90 gösterici ölmüştü. Şimdi Basra’da, Nikaragua’da ve dünyanın bir çok yerinde halkını öldüren diktatörleri görmezden gelen Türkiye Hükümeti, toplu gösterileri silahla bastıran dünün Kardeş Esad’ına katil damgasını vurmuş, iç savaşı kışkırtan, başlatan ne olduğu belli olmayan ama yakın tarihimizde Maraş’ta, Çorum’da, Suruç’ta tezgahlar planlayanların değirmenine su taşıyacak şekilde taraf olmuş, bu karambolden pay kapma, Muaviye’nin, Yezid’in Emevi camisinde namaz kılma hayallerine kapılmıştı.
Ama olmadı. Geldiğimiz noktada Türkiye’nin planladığı hiçbir şey gerçekleşmedi. Ülkeyi neredeyse aralarında paylaşan büyük emperyalist güçlerden fazla insan kaybettik, düşman kazandık bu savaşta. Ve bir de, bir kısmı valizine doldurduğu dolarlarla Taksim sokaklarında, zengin AVM’lerde vur patlasın eğlenen, ama büyük çoğunluğu sömürüye açık, lümpenleşmiş, ekmek kavgası diye emekçi arkadaşını kazıklamaya hazır 3 milyonluk insan topluluğu.
Doğal kaynakları çoktan paylaşılmış ve savaşın ciddi(?) bir sebebi kalmamış Suriye’de son perde başlıyor. İdlib’e toparlanmış insanlar, seçmece. Herkesin düşmanı başka. Ruslar Çeçenlerin, Çinliler Uygurların, HTŞ El Nusra’nın, El Nusra ÖSO’nun, Esad hepsinin peşinde. Diğerlerinin kimin peşinde olduğu belli değil. Son savaş başlarsa uzun sürecek. Farenin insan kulağını yediği gibi yiyecek insanlar düşman bellediklerini kimseyi ürkütmeden.
Oysa ne güzel olurdu Suriye Suriyelilerindir diyebilseydi insanlar. Hep birlikte direnebilselerdi işgale, işbirlikçilerine, hep birlikte yaşasalardı zenginliklerini.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.