Arif Nacaroğlu
Denizler
45 yıl oldu. Bir 5 Mayıs günüydü. Sabah erken kalktık. İşimiz çoktu. Afişleri, fırçaları, kovaları çoktan hazırlamıştık ama tutkal donmasın diye son dakikada hazırlanmalıydı. Henüz güneş yeni doğarken sokağa çıktık. Amacımız şehrin en görünür yerlerine Deniz’in, Hüseyin’in, Yusuf’un hiç yaşlanmayan gülen yüzlerini yerleştirmekti. Aslında onlar diğer devrimcilerin sembolü olmuştu. Duvarlara yapıştırdıklarımız Deniz’le birlikte tüm devrimcilerdi. Sabah erken işe giden işçiler, fırıncı çırakları, baklava ustaları. Kimi Denizleri tanıyor, kimi “Kim bunlar abi” diye soruyordu. Mobiletinin direksiyonuna ateş kovası asmış fırıncı çırağı, “Deniz abi bu“ diye, bilmeyenleri azarlıyordu.
Aylardan mayıs, günlerden cumartesi, Anayasa iyi kötü 61 Anayasası idi. Son birkaç afişimiz kalmış, kostik yapıştırıcımız donmaya yüz tutmuştu. Bir polis minibüsü yanımızda durdu. İçerisinden inen 5-6 sivil polisin belli ki müdürünün “Kıpırdamayın” uyarısından sonra bizi zorla minibüse bindirmeye çalışırken bizden hukuk bilenler polisi uyarıyordu, “Anayasal hakkımız. İzin almadan afiş asabiliriz.” Bizimki biliyordu ama polis müdürünün belli ki Anayasa’dan haberi yoktu. Hepimizi minibüse doldurdular. İki gece nezaret, sonraki gün mahkeme. 11 kişi hakimin karşısına dizildik. Hakim, adı Mehmet Güneş’ti, sordu:
-Deniz Gezmiş afişleri asıyormuşsunuz.
-Evet efendim, asıyorduk. Deniz, Hüseyin, Yusuf afişleri asıyorduk.
-Siz kamu duvarlarına afiş asmanın yasak olduğunu bilmiyor musunuz? Neden uygun yerlere asmıyorsunuz?
-Bir dahaki sefere dikkat ederiz efendim.
-Dikkat edin. Serbestsiniz.
- filoya taş atan gençlere, “Taş atmanız tamam da bari. Küçük taşlar atsaydınız” diyen rektör geldi aklıma.
Reklam
Çıktık. Mahkeme devam etti. Beraat ettik. Yıllar sonra Hakim Mehmet Güneş’in ismini unutmadım, öldüğünde cenazesine katıldım.
Aradan yıllar geçti. Bir Ankara akşamında, bir toplantıda eskinin Morrison, o zamanın demokrat ön adlı, bilmem kaç kere gitmiş, bir fazla geri gelmiş ünlü Cumhurbaşkanı ile karşılaştım. Yanında o tarihte doçent unvanlı, ismini tam hatırlayamadığım(?) pembe yanaklı genç bir akademisyen vardı. 3 bizden 3 sizden diye Mecliste ayağa fırlayıp idamlara KABUL oyu veren ama sonradan “Yahu bu adam tam demokrat” diye parlatılan Demirel onu göstererek “Bu genç adama dikkat. Geleceği çok parlak” dedi. 48, 49 doğumlu ülkenin en iyi üniversitelerini kazanmış, en zeki gençleri çoktan katledilmiş, ülke yönetimi mübarek Beyaz Saray merdivenlerinin desteğiyle Sarayburnu’dan Dolmabahçe açıklarındaki 6. filoya dönüp şükür namazı kılan gençlere emanet edilmişti.
“Eminim olur” dedim, “İnşallah bu arkadaşımız ileride çok önemli yerlere gelir, çok mühim adam olur.”
Diğerleri sevinirken, Demirel anlamlı anlamlı yüzüme baktı. O arkadaşımız sonradan Denizlerin, Mahirlerin, Ulaşların, İbrahimlerin yokluğunda rektör filan oldu. Onun gibiler daha yukarılarda daha üst görevler aldı. Ama hepsi tarihteki çirkin görevlerini tamamlayıp, tarihteki anlamsız hayatlarını bitirdikten sonra çöp sepetine atılıp unutulacaklar.
Yüzyıllar geçse de sadece genç yaşta “Yaşasın tam bağımsız Türkiye” diye hayatını veren gençlerin afişleri asılacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.