Hava Durumu

Uluslaşma Sürecinde Edebiyatın Rolü

Yazının Giriş Tarihi: 22.11.2023 12:14
Yazının Güncellenme Tarihi: 18.01.2024 20:05

 

                           Uluslaşma Sürecinde Edebiyatın Rolü

Dünyanın en büyük süpergücünün geri kalmış bir ülkeyi ne faydası olduğu için tartışmalı bir konuda yola getirmeye çalışırken haftada bin sivil öldürülmesi ya da ağır yaralaması hiç hoş bir manzara yaratmıyor.

                                                                                                      Robert S.McNamara

 

Birinci dünya savaşı ve ardından meydana gelen ikinci dünya savaşından sonra, başarıya ulaşmış devrimlerin hepsi ‘’ulus devrimleri’’ dir. Türkiye Cumhuriyeti, Çin Halk Cumhuriyeti, Vietnam ilk akla gelen örneklerdir. Bu nedenle 19.yüzyıl uluslar çağı olarak adlandırılır. Uluslaşma zamanımızda siyasi hayatın evrensel açıdan en meşru değeri durumda. Bu da gösteriyor ki kehaneti yapılan ‘’milliyetçilik çağının sonu’’ görünürde olmaktan çok uzak.( B.Anderson)

Ulus kavramını biraz daha açalım.

Bu konuda her teorisyen ve siyaset bilimcinin başucu kaynağı Benedick Anderson’un ‘’Hayali Cemaatler’’ adlı o muhteşem eserine başvuracağım.

Anderson, ulusu ‘’hayal edilmiş bir siyasi topluluk’’ olarak nitelendirir. Bu nitelendirmeyi yapmadan önce, meseleye milliyetçiliği masaya yatırarak başlar.

Milliyetçilik üstünde çalışan teorisyenleri şu üç paradoks şaşırtmış, hatta kızdıragelmiş.1) Ulusların, tarihçinin gözündeki nesnel modernliğe karşılık milliyetçilerin gözündeki öznel kadimliği.2) Sosyo-kültürel bir kavram olarak milliyetin biçimsel tümelliğine karşılık-modern dünyada, tıpkı kadının ya da erkeğin bir cinsiyete ‘’sahip olması’’ gibi, herkesin bir milliyete sahip olabilir ve olacaktır.(somut tezahürlerinin iflah olmaz tikelliği; örneğin ‘’Yunan uyruğunda olmak’’) 3) Milliyetçiliklerin siyasal güçlerine karşılık felsefi sefaletleri, hatta tutarsızlıkları.

3.tespiti açmakta yarar var. Anderson’un buradaki muradı; Diğer –çilik’ler le kıyaslandığında milliyetçilik, tarihsel hafızanın mihenk taşları olan Hobbeslar, Tocquevilleler, Marxlar ya da Weberler yaratmadığı. Bunun nedenini de ‘’çok dilli aydınların’’ milliyetçiliğe yukarıdan bakmasıdır. ’Milliyetçilik’’ modern kalkınma tarihinin patolojisidir, bireydeki nevroz gibi kaçınılmazdır. Nevroz gibi milliyetçilik de asli bir muğlaklıkla yüklüdür, demansa doğru benzer bir ağırlaşma eğilimi barındırır. Dünyanın büyük bir kısmına dayatılan çaresizliğin açmazlarına dayanır. Toplum için fantilizmin dengidir ve tedavisi büyük ölçüde imkânsızdır. O halde ulus; hayal edilmiş bir siyasi topluluktur. Bünyesi gereği hem sınırlı hem de egemen olarak hayal edilmiştir.

Benimde bu yazımdaki hayalim, milliyetçiliğin doğuşu bağlamında, ulus devletin inşasında edebiyatın etkisini irdelemek olacaktır. Tanıl Bora’dan alıntılıyorum; Romantik edebiyat zaten bu tarihsel tecrübe içinden çıkmıştır. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de böyledir, özellikle de popüler edebiyatı bir kenara bırakırsak-,ki popüler edebiyatta da kuruluş dönemiyle yeni Türkiye ile ilgili motifleri bulmak mümkün-.

Hayal edilen, yani ütopyası olan bir davanın edebiyatı neden olmasın ki?

Önce edebiyat ve siyasi literatürde çok alıcısı olan ‘’ütopya’’ kavramını enine boyuna tartışalım diyorum. Tam da   burada Oscar Wilde’e kulak verelim; Üzerinde ütopya adası bulunmayan bir dünya haritası göz atmaya bile değmez.

ÜTOPYA NEDİR?

Ütopya terimi ilk kez, dönemin İngiliz başbakanı olan Thomas More tarafından kullanılmıştı. More, ütopya kavramına 1516 yılında Latince olarak kaleme aldığı eserinde yer vermişti. More kitabında, kurucusu Utopos olan ve dolayısıyla adını da oradan alan düşsel bir adayı betimlemektedir.

Eski Yunancadan basit bir kelime oyunuyla üretilen bu kavram, yani U-topia, aslında ‘’yok-ülke’ ’düş-ülke’ ’hayali-ülke’’ anlamına gelir. Topos, Yunancada yer veya mekân demektir;’’u’’ öntakısı ise bitişiği kelimeye olumsuzluk manası verir. Bir ad olan Utopos’tan ülke adı üretmek de Yunanca ve Latince’deki ‘’ia’’ sonekini alması gerekiyordu ve yazar da öyle yapmış.’’Utopos’’,’’Utopia’’ olmuş.

O halde Anderson’un ulus tanımından yani, ‘’hayal edilmiş bir siyasi topluluk’’ şiarından yola çıkılarak, 1923-1938 yılları arasında yayımlanmış roman türlerinin Türk uluslaşma sürecine katkısı çok önem arz etmektedir.

Edebiyatın siyasi ideolojileri taşıyan önemli bir araç olduğu 19.yüzyıla girerken başlayan uluslaşma çağında birçok toplumda görmek mümkün. Bizde de 1876 yılından itibaren başlayan değişim ve aydınlanma tarihinde bunu görmekteyiz. Bu çerçevede 1876-1923 arası yıllar aslında ideolojik romanın öncül dönemidir.1923 sonrasında ise edebiyat, roman aracığıyla uluslaşmanın oluşmasında önemli bir misyon taşır. Romantik edebiyat zaten bu tarihsel deneyim ve pratik içinde çıkmıştır. Özellikle erken cumhuriyet döneminde Yakup Kadri Osmanoğlu bu anlamda en kalıcı figürdür. Cumhuriyete daha muhafazakâr bir paradigmadan bakan Tarık Buğra ve Feti Naci’nin ‘’Türk Romancılığında eleştirel gerçekliğin öncüsü ‘’ olarak gördüğü Reşat Nuri Gültekin ise daha dolaylı bir dil kullanmıştır. Gültekin romanlarında savaş meydanlarındaki kahramanların hikâyesini anlatır. Reşat Nuri’nin en fazla bahsettiği savaş Birinci Dünya Savaşı’dır.

Halide Edip Adıvar ve Refik Halit de Türk halkının yeni cumhuriyeti benimsemesi için roman aracılığıyla önemli katkılar yaptılar.

Nazım Hikmet sosyalist görüşüyle uluslaşma sürecinde estetiğin yüksek kabiliyeti ve destanlaştırdığı şiiriyle duygulara hitap etmiştir. Nazım’ın Memleketimde Manzaraları ve Kuvay-i Milliye destanı buna en iyi örnek olarak vermek mümkündür.  www.yenicizgihaber.com 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.