Şanlıurfa KESK; OHAL Komisyonu derhal lağvedilsin
Ş.URFA- YENİÇİZGİ; KESK Urfa Şubeler Platformu, OHAL işlemleri inceleme komisyonunun lağvedilmesini, aldığı ret kararlarının iptal edilmesini isterken, ‘Biz kazanacağız, geri döneceğiz' diyerek, OHAL Komisyonu derhal lağvedilsin diyerek tepki verdiler. Komisyonun son açıklaması 3 Temmuz 2020 tarihli açıklamasına göre, OHAL kapsamında yayımlanan KHK’ler ile 125.678’i kamu görevinden çıkarma olmak üzere toplam 131.922 tedbir işlemi gerçekleştirildiği, komisyona yapılan başvuru sayısının 126.300 olduğu açıklanırken, devamında 12.200’ü kabul, 96.000’i ret olmak üzere yaklaşık 4 yıldır alınan karar sayısının 108.200 ve halen incelemesi devam eden başvuru sayısının 18.100 olduğu belirtildi.
Konuyla ilgili olarak KESK Şubeler Platformu, genel merkezin ortak açıklamasını kamuoyu ile paylaştı. KESK’liler açıklamasında, 15 Temmuz darbe girişimi paylaşılamayan iktidarın ele geçirilmesini ve başarılı olması durumunda ezilenlerin, emekçilerin ülkemizde on yıllardır büyük bedeller ödeyerek elde ettikleri demokratik kazanımların gasp edilmesini hedeflerken 20 Temmuz sivil darbesi ile de AKP aynı hedefleri kendi açısından gerçekleştirmek istediğine vurgu yapıldı.
AKP 20 Temmuz sonrası bir yandan ikili iktidara son vererek kendi iktidarını tahkim ederken bir yandan da demokrasiye, temel hak ve özgürlüklere, emeğe ve kadın kazanımlarına dair tüm değerlere bir saldırı başlattığı ileri sürülen açıklama şöyle;
Darbe girişimi her tür anti demokratik uygulamanın bahanesi haline getirilmiş, darbe girişimi ile ilgili olarak, sınırlı süre için “tedbir” amaçlı düzenlemeler yerine anayasanın 15. maddesinde güvence altına alınan temel hak ve özgürlükler rafa kaldırılmıştır. O günden bu yana hayata geçirilen birçok düzenleme Türkiye’nin siyasal-toplumsal yapısını değiştirmeye dönük olup önümüzdeki on yılları etkileyecek nitelikte tekçi, eril, muhafazakâr, dini referanslı düzenlemelerdir. Bu düzenlemeler ve uygulamalar sonrası otoriter yönetim biçimi giderek faşizan nitelik kazanmıştır.
OHAL KHK’ları ile yaşamın her alanına müdahale edilmiştir. Kamunun tek parti devletine ve piyasacı anlayışa uygun hale getirilmesi, kadrolaşmanın tamamlanması, iş güvencesinin tümüyle ortadan kaldırılması, fişlemenin yasal hale getirilmesi gibi yıllardır emek ve demokrasi güçlerinin mücadelesi nedeniyle yapamadıkları ya da tamamlayamadıkları hedeflerini hayata geçirmek istemişlerdir.
OHAL KHK’leri ile resmi açıklamalara göre 126.000 bini aşkın kişi fişleme, müdür/kurum kanaati, sosyal medya paylaşımları, sosyal çevre soruşturması, sendika üyeliği, banka hesabı vb. gibi normal koşullarda asla suç olmayan gerekçelerle kamudan ihraç edilmiş, hukukun temel ilkeleri ayaklar altına alınmıştır. KHK’ler ile gerçekleştirilen ihraç işlemiyle aynı zamanda anayasa ile güvence altına alınan başta çalışma hakkı olmak üzere temel haklar yok sayılmıştır.
OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonu, 23 Ocak 2017 günü 685 sayılı OHAL KHK’si ile iki yıl süre içinde kamudan ihraç edilmiş yüz binlerce kamu emekçisinin ihraç başvurularını değerlendirmek ve karar altına almakla yetkilendirilmiştir. Komisyonun kurulması üzerinden yaklaşık 4 yıl geçmiş olmasına rağmen komisyonun önünde hala 18.100 dosya karara bağlanmayı bekliyor.
Yıllardır söylüyoruz, OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu, üyelerinin atanmasından tutalım çalışma esas ve usullerine kadar iktidarın etkisi altında çalışma yürütmektedir. Etkin olmayan ve denetlenemeyen, kendisini anayasa ve yasalar üstü gören idari bir mekanizmadır. Bağımsız olmadığı tartışma götürmez bir gerçekliktir.
Cumhurbaşkanlığının komisyon üyelerini görevden alma yetkisi ve komisyon üyelerinin atanma usulleri, tüm kurumlar üzerindeki iktidarın açık baskısı gibi nedenlerden dolayı komisyonun tarafsız ve bağımsız çalışma olanağı yoktur.
Komisyon oluşum şekli, yetkisi ve aldığı kararlar itibariyle mevcut anayasamızın başta 6., 10., 70., 90. ve daha birçok maddesine aykırılık içermektedir. AİHM’in “nasıl olursa olsun bir an önce bir mekanizma kur, bizi de kendini de bu yükten kurtar” mesajı sonrası, iç ve dış baskıların sonucu ve bir oyalama aracı olarak kurgulanmış ve kurulmuştur.
15 Temmuz sonrasında idarenin keyfi kararları ile hukukun nasıl katledildiği, temel sendikal hak ve özgürlüklerin kullanılmasının ‘suç’ kapsamına alınarak doğrudan cezalandırma yöntemlerinin nasıl hayata geçirildiğinin en somut örneği bu komisyondur.
İhraç edilenlerin iadesine karar verme yetkisi ile esasen idari bir birim olarak yargısal inceleme yetkisi ile donatılmıştır. Komisyonunun iç hukuksal sistem açısından da bir tarifi bulunmamaktadır. Mevzuatça belirlenmiş bir yargı mercii olmamasına rağmen bir yargı organı niteliğinde kararlar alması sağlanmıştır.
Komisyon asgari ilkelerden olan kişiden savunma alınmasına dahi gerek duymamıştır. Başvurucular hiçbir aşamada ne ile suçlandıklarını bilmeden, aleyhlerine olan delilleri görmeden ve savunma haklarını kullanmalarına olanak tanınmadan dosya üzerinden karar verilmektedir.
Konfederasyonumuza bağlı sendikalarımız üyelerinden olup ihraç edilenlerden şu ana kadar savunması istenen tek bir kişi yoktur. Kişiler başvurusunu yaparken dahi neden ihraç edildiğine ilişkin bilgi sahibi değildir. İhraç edilen kamu emekçilerinin başvurularını hangi usul ve esasa göre kabul ya da ret ettikleri, yaptıkları soruşturmada hangi kıstasların temel alındığı tamamen muğlaktır. Bu muğlaklık bilinçli olarak tasarlanmış ve bir politika olarak benimsenmiş olup iktidarın istediği kararların çıkması amaçlanmıştır.
Komisyonun yasal dayanaklar ve emsal kararlara riayet etmeden, tarafsızlık ve adil yargılanma haklarını gözetmeden başvuruları karara bağlaması temel hak ve özgürlüklere de aykırılık teşkil etmektedir.
Haklarında soruşturma yürütülen, savcılıklar tarafından takipsizlik ya da mahkemeler tarafından beraat kararı verilen kamu emekçilerinin görevlerine geri dönmeleri önünde herhangi bir yasal engel olmamasına rağmen, başvuruları ret edilmektedir. İhraç gerekçesi yargı kararı ile açıkça ortadan kalkmış olmasına rağmen başvuruların ret edilmesi komisyonun uluslararası sözleşmeleri, anayasayı ve yasaları hiçe saydığını ve suç işlediğini göstermektedir.
Gerek ihraçlarda ve gerekse de muhalif tüm kesimlere yönelik 20 Temmuz sonrası başlatılan saldırı dalgasında kamuoyu iktidarın “her kilidi açan anahtar” niyetine kullandığı iki kavram ile tanıştı. Bunlar “İltisak” ve “İrtibat” kavramlarıdır.
Mevcut mevzuatta “iltisak” ve “irtibat” hususunda açıklayıcı tanımlar bulunmadığı gibi bunların suç ve cezaların şahsiliği ve kanuniliği ilkelerine aykırı olduğu ve dolayısıyla masumluk hakkını ihlal ettiği açıktır.
Birçok komisyon kararından anlaşılacağı üzere kişilerin herhangi bir cezai ya da idari soruşturma dosyası bulunmasa da veya yapılan cezai ve idari soruşturmalar neticesinde kişiler aklanmış olsa dahi Komisyon somut olarak tarif edemediği her türlü durumu bu iki kavramı ret kararına dayanak yapmıştır.
Her iki kavrama dair mevcut hukukumuzda açıklayıcı bir tanım yok iken haklarında ret kararı verilenlerin itirazlarını karara bağlamak üzere Ankara’da kurulan idare mahkemelerinin yorum geliştirdiklerine, irtibat ve iltisak kavramlarına tanım getirmeye çalıştıklarına tanık oluyoruz. İdare mahkemelerinin de ne yazık ki, iktidarın kararlarına aykırı kararlar almama gayreti içerisinde olduğunu görüyoruz.
Bu mahkemeler bu zamana kadar gerek KHK’lar gerek ise komisyon tarafından bırakılan boşluğu kapatmayı adeta görev bellemiştir. Bağımsız yargı, yönetilenlerin yasama ve yürütme organları karşısındaki en temel güvencesi iken idare mahkemelerinin kamuda çalışma hakkını iktidara sadakate indirgediğine şahit oluyoruz. Bu yüzden ne yazık ki bu mahkemelerden de hukuki ve objektif kararların çıkacağına dair çok umutlu olmadığımızı belirtmek istiyoruz.
Hem OHAL komisyonu aşaması hem de idari mahkeme boyutu ile “kollektif bir hak ihlali mekanizması” işletilmektedir. YENİ ÇİZGİ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.