Eğitim Sen Şube Başkanı Parlakçı; “MEB öngörüden yoksun plansız bir süreç yürüttü”

Eğitim Sen Şube Başkanı Parlakçı; “MEB öngörüden yoksun plansız bir süreç yürüttü”
Eğitim Sen Şube Başkanı Parlakçı; “MEB öngörüden yoksun plansız bir süreç yürüttü”

 

GAZİANTEP- AYSEL ŞAHİN; Eğitim-Sen Gaziantep Şube Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Parlakçı, Pandeminin başlangıcından bu yana Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) salgında eğitim konusunda ne denli öngörüden yoksun ne denli plansız bir süreç yürüttüğü son kararlarıyla daha da açığa çıktığını açıkladı. Parlakçı, Lise sınavlarına ilişkin düzenlemeyle eğitim yönetimindeki yanlışlar ve karar alma süreçlerindeki antidemokratik uygulamalar, öğrencilere ve velilere ‘çok seçenek’ sunularak örtülmek istendiğine dikkat çekerek pandemi sürecinin iyi yönetilemediğini kaydetti.

 

 

Eğitim politikalarının sık sık değiştiği, MEB’in eğitim alanına dair söz, karar ve irade sahibi olmamasının da payı olduğunu hatırlatan Ömer Parlakçı konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada şunlara dikkat çekti;

 

“Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu gibi bir üst kurulun varlığı, MEB’in 17 Mayıs’tan önce irade kullanamamasına yol açıyor. MEB açıklamasında “Resmî ve özel, örgün ve yaygın tüm eğitim ve öğretim kurumlarında yüz yüze eğitimin devamıyla ilgili karar, 17 Mayıs 2021 tarihinde yapılacak durum değerlendirmesinin ardından kamuoyu ile paylaşılacaktır.” ifadesi, 18 Mayıs’ta ne olacağını MEB’in de öngöremediğinin itirafı niteliğindedir. Günü birlik kararlar, aç-kapa politikaları ile eğitim yapboz tahtasına çevrilmiş, sık sık değişen kararlarla öğretmenlerimiz, öğrencilerimiz ve velilerimiz ne yapacağını, nasıl bir kararla karşılaşacağını bilemez bir duruma sokulmuştur. Eğitim bileşenlerine bunları yaşatmaya kimsenin hakkı yoktur. Bu nedenle Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, eğitim ve bilim emekçilerinden, öğrencilerden ve velilerden özür dilemelidir.

 

MEB’e gönderdiğimiz 26 Şubat tarihli yazıda, eğitime erişimde yaşanan eşitsizliklere dikkati çekerek ve lise yaş grubunun bulaş riskine vurgu yaparak sınavların iptal edilmesini talep etmiştik. Daha birçok açıklamamızda benzer taleplerimizi gerekçeleriyle ortaya koymuştuk. Ancak MEB’in eğitim politikalarını belirlemede tek irade olmaması ve demokratik katılımcı bir anlayışa sahip olmaması nedeniyle bu çağrılarımıza o tarihlerde dikkat edilmemiş ve sınav ısrarından vazgeçilmemiştir. Eğitim emekçilerinin aşılanmasına başlanmadan ve maske, mesafe ve yüzey/solunum hijyeninin sağlanmasına ilişkin diğer tüm önlemler alınmadan, bulaş riski bakımından yaş itibariyle yetişkinlerle benzer nitelikler taşıyan öğrencilerin olduğu liselerde yüz yüze eğitime başlanmış, ancak Covid-19 vakaları patlamış ve hayatını kaybeden eğitim emekçilerimiz olmuştur. Yanlış uygulamalar ve alınmayan tedbirler nedeniyle Mart 2020 tarihinden bugüne kadar Covid-19 salgını nedeniyle yaşamını yitiren eğitim emekçilerinin sayısının kamuoyu ile paylaşılması talebimiz karşısında MEB’in sessiz kalmasını dikkate aldığımızda, bu sayının tahminlerimizin de ötesinde olduğunu ifade etmek isteriz.

 

Şimdi geldiğimiz noktada, 11 Mayıs’ta yapılan açıklama ile sınavlar konusunda yeniden ve oldukça esnek bir planlama yapılmıştır. Öğrencilerin ve velilerin taleplerinin dikkate alınacağı belirtilen bir açıklama yapılarak, sınav ısrarında ne kadar yanlış bir yaklaşım içinde olunduğu kabul edilmiştir. MEB’in 11 Mayıs’ta yaptığı açıklamayla “hazırlık, 9., 10. ve 11. sınıf öğrencilerine bu sınavlara katılıp katılmama konusunda tercih hakkı sunulacağı” müjdesi verilmiştir. Öğrenciler isterlerse ikinci dönem sınavlarına katılmayıp birinci dönem sınavının geçerli olmasını isteyebilecek, isterlerse de ikinci dönem sınavlarına katılabilecekler. Bu kez sanki demokratik bir süreç yürütüyormuşçasına çok seçenekli ve dilekçe vermeye dayalı bir sınav planlamasıyla karşı karşıyayız. Ancak ortada demokratik yöntem olmadığı gibi hem uzaktan hem de yüz yüze eğitimde başarısız olunduğunun itirafı vardır.  Sınavların ölçme-değerlendirme aracı olduğu varsayılırsa, bu ‘serbestiyet’ ya da ‘tercih hakkı’ pandemi sürecinde öğrencilerin yaşadığı öğrenme kayıplarını ve kendi plansızlıklarını kabul etmek anlamına gelir. Eğitimde var olan eşitsizliğin pandemi nedeniyle katmerleştiği, öğrencilerin eğitime erişimde sorun yaşadığı, milyonlarca öğrencinin eğitime erişemediği böyle bir dönemde MEB sınavda ısrar etmek yerine, kamusal eğitimi güçlendirmeli, sınavsız bir eğitim modeli üzerinde çalışmalı ve sınavsız eğitim modelini hayata geçirmelidir. Bu lütuf değil, pandemi koşullarının da dayattığı bir zorunluluktur.

 

Benzer bir ‘tercih hakkının’  Şubat 2021’de önünü açan MEB, bir açıklama yaparak çocuklarını okula göndermek istemeyen velilerin okul yönetimlerine bir dilekçe verebileceklerini açıklamıştı. MEB, gerçek sorunları görmezden gelen ama insanlarda özgürlük yanılsaması yaratan tercih çokluğu ile algı yönetmektedir. Evde acil uzaktan eğitim olanağı olanlar ile olmayanlar arasındaki ayrım son zamanlarda yapılan araştırmalarla ortaya konulmaktadır. Bu araştırmalar uzaktan eğitim olanağına sahip olan öğrencilerin bile ciddi bir kısmının öğrenmelerinin olumsuz etkilendiğini ortaya koyuyor. Bu olanağa sahip olmayanlar ise yüz yüze eğitim olanağı da olmadığında okuldan kopuyor. MEB’e göre, öğrencilerin çok fazla fırsatları var: Öğrencilerin acil uzaktan eğitim fırsatı da var, yüz yüze eğitim fırsatı da var, sınavlara girme ya da girmeme fırsatı da var. Daha ne isteniyor ki! Ne var ki bir dilekçe ile eve sığmayan, ne acil uzaktan eğitimde ne de yüz yüze eğitimde olan çocuklar var. Anadili farklı olan çocukların bir kısmı eğitimden koptular. Yine kız çocuklarının bir kısmı bir dilekçe ile evdeki toplumsal cinsiyet rolleri nedeniyle evin görünmeyen çocuk çalışanları oldular, kadınlar gibi. Engelli çocuklar, ne evde ne de okulda bireysel gereksinmelerine uygun bir eğitim alabildi. Göçmen çocukların büyük bir kısmı okuldan koptu. Çocukların bir kısmı okul yerine dinci vakıf ve derneklerin kurslarına düzenli gider oldu. ‘Hayat eve sığar.’ derken kız çocukların bir kısmının çocuk yaşta evliliğine tanık oluyoruz. Bir dilekçe ile tercihleri alınan, ardından çalıştırılan ilkokul, ortaokul ve liseli çocuklar, canlı derslere girmeyerek çalışan üniversite öğrencileri ‘tercih‘lerini özgürce kullanmış mı oluyorlar? Eğitim Sen bu algı yönetme çabalarını boşa çıkarmaya;  kamusal, parasız, bilimsel, laik, demokratik ve anadilinde eğitim mücadelesini yükseltmeye devam edecektir.”

 

Gerekli önlemleri almayan öğretmenleri aşılamayan, her yer betonlaşırken okul ve derslik inşa etmeyen, yeni öğretmen ataması yapılmadığına vurgu yaparak MEB’in politikalarını eleştiren Eğitim Sen Şube Başkanı Ömer parlakçı,  “Sınavlara isterseniz katılabilir istemezseniz katılmayarak bir tercihte bulunabilirsiniz.” diyebilir mi? MEB’in görevi sınavlar yaparak bir öğretim türü ve düzeyinden diğerine öğrenci akışlarını sağlamak olamaz. Sınavsız bir eğitim sisteminin, tüm okulları koşulları itibariyle birbirine denk hale getirmekten geçtiğinin bilinciyle, okullar arasındaki eşitsizlikleri giderecek eğitim politikalarına yönelmek gerektiği ortadadır. MEB, özgürlük yanılsaması yaratmaktan vazgeçmeli, salgında eğitim stratejisini yüz yüze eğitime, yüz yüze eğitimin fiziksel alt yapısını ve yeni öğretmen atamalarını ve diğer eğitim koşullarını hazırlamaya çevirmelidir.

 

Eğitim Sen olarak yeni dönemde her öğrencinin yüz yüze eğitim hakkına, her öğretmenin aşılanarak sağlıklı ve güvenli bir ortamda çalışma hakkına ulaşabileceği ve velilerin çocuklarını hiçbir kaygı duymadan okula güvenle gönderebileceği bir yurttaşlık hakkı için Milli Eğitim Bakanlığı’nı tam bir eğitim seferberliğine, göreve çağırıyoruz.” www.yenicizgihaber.com YENİ ÇİZGİ

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.