Eğitim-İş Şube Başkanı Arpat: AKP-MHP Hükûmetinde eğitimde dinselleştirme faaliyeti sürüyor

Eğitim-İş Şube Başkanı Arpat: AKP-MHP Hükûmetinde eğitimde dinselleştirme faaliyeti sürüyor
Eğitim-İş Şube Başkanı Arpat: AKP-MHP Hükûmetinde eğitimde dinselleştirme faaliyeti sürüyor

 

GAZİANTEP- AYSEL ŞAHİN: Birleşik Kamu İş Konfederasyonu’a bağlı Eğitim-İş Gaziantep Şube Başkanı Ali Arpat, eğitim alanında yıllardır yaşanan ve COVID-19 salgını birlikte daha da ağırlaşan sorunların damga vurduğu 2021-2022 eğitim ve öğretim döneminin ilk yarıyılı sona erdiğini belirterek, “Eğitimi dinselleştirme faaliyetlerini afet/salgın demeden sürdüren, bunun için her krizi fırsata çeviren AKP ve Milli Eğitim Bakanlığı, tarikat ve cemaatleri milli eğitim sistemine dahil etmeye devam etmiştir. İktidar eliyle eğitimi kendilerine arka bahçe yapan tarikat ve cemaatlerin, gençlerimizin yaşam sevincini nasıl tükettiği ise acı bir olayla daha somutlaşmıştır” dedi.

 

 

Eğitim-İş Gaziantep Şube Başkanı Ali Arpat, 6 Eylül 2021'de yüz yüze ve tam zamanlı olarak başlatılan 2021-2022 eğitim öğretim yılı eğitimi geleceğe taşımak bir yana dursun, yıllarca geriye götüren uygulamalara sahne olduğunu ileri sürerek, “Okulları "Maske-mesafe-hijyen" tabelalarıyla donatıp, bunları uygulamaktan aciz bir yönetim, eksiklikleri yine okul yöneticilerinin, öğretmenlerin ve velilerin sırtına yüklemiştir. Bilim Kurulu'nun tavsiyeleri dersliklerde 4 metrekareye 1 öğrenci düşmesi gerektiği yönündeyken, birçok okulda sınıf mevcutları 40-50 öğrenciye çıkmıştır” diye ifade etti.

 

Pandemiden önce açıkladığı raporlarla öğretmen açığı bulunduğunu itiraf eden MEB, bu koşullara rağmen yeterli öğretmen ataması yapılmadığını belirten Ali Arpat, “2020-2021 eğitim öğretim yılı sonunda 38.000 öğretmenimiz emekli olmuştur. Milli Eğitim Bakanlığı önce 20 bin ardından 15 bin ek atamayla emekli öğretmenlerimizin yerini bile dolduramamıştır. Geçtiğimiz yıl 87.000 ücretli öğretmenimiz görev yapmıştır. Bunun en az 80 bini açık kadrodur. En az 140 bin atama yapması gereken Milli Eğitim Bakanlığı ataması gereken 140 bin öğretmenin yerine ücretli öğretmen çalıştırmaktadır. Bu durum hükümetin işletmeci zihniyetinin yansımasıdır.

Siyasi iktidar aynı zihniyetle yardımcı personel, hizmetli ve memur ataması yapmayıp okullarımızı bu alanlarda hizmetlerden eksik bırakmıştır.

Ders dağılımları, kitaplar ve ders içeriklerindeki tutarsızlıklar bu dönem de devam etmiştir. İçerisinde eğitimcilerin bulunduğu bir komisyonla bu sorunlar derhal giderilmelidir” dedi.

 

 

Bütçe her bir öğrencinin bilimsel, laik, sağlıklı, adil ve kamusal eğitim aldığı, eğitim emekçilerinin mesleki ve maddi anlamda mağdur edilmediği bir düzen ihtiyacının yanından bile geçmediğini kaydeden Ali Arpat şöyle devam etti:

 

Merkez bütçeden aslan payı sayılabilecek bir oranı Diyanet için öngören hükümet, eğitimli gençlere değil, şükreden ve itiraz etmeyen bir topluma ihtiyaç duyduğunu bu bütçeyle bir kez daha göstermiştir. Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk, "Eğitimde feda edilecek tek bir fert yoktur" derken, bu bütçeyle çocuklarımızın ve dolayısıyla ülkemizin geleceğinin feda edildiği açıktır.

 

EĞİTİMİ DİNSELLEŞTİRME FAALİYETLERİ DEVAM ETMİŞTİR

Eğitimi dinselleştirme faaliyetlerini afet/salgın demeden sürdüren, bunun için her krizi fırsata çeviren AKP ve Milli Eğitim Bakanlığı, tarikat ve cemaatleri milli eğitim sistemimize dahil etmeye devam etmiştir. ENSAR, TÜGVA ve İlim Yayma Vakfı gibi vakıflarla yakın ilişki içinde olduğu bilinen Din Öğretimi Genel Müdürü Nazif Yılmaz'ın Milli Eğitim Bakan Yardımcısı yapılması, Milli Eğitim politikalarının cemaat ve tarikatlara teslim edildiğinin göstergesi olmuştur.

 

20 yıldır ülkeyi yöneten AKP, yeterli sayıda devlet yurdu açmayıp, bir yandan da tarikatlara dernek adı altında yurt açma kolaylığı tanıdığı için çaresiz kalan öğrenciler buralara mecbur bırakılmaktadır. İktidar eliyle eğitimi kendilerine arka bahçe yapan tarikat ve cemaatlerin, gençlerimizin yaşam sevincini nasıl tükettiği ise acı bir olayla daha somutlaşmıştır.

 

Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Enes Kara’nın, ailesinin baskısıyla kalmaya mecbur bırakıldığı cemaat yurdunda yaşadığı baskılardan ve gelecek kaygısından intihar etmesi, bu yapıların gençlerimizin yaşamları, ülkemizin geleceği için ne kadar büyük bir tehdit olduğunu ortaya koymuştur.

 

Öte yandan Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün, il ve ilçe milli eğitim müdürlüklerine gönderdiği talimat ile öğrencilerin dini içerikli dersleri seçmeleri konusunda okul müdürlerini yönlendirdiği ortaya çıkmıştır. Müzik, sanat, bilim, yabancı dil, spor gibi bir çok dalda tercih yapma hakkı olan öğrenciler “öğretmen yok” gibi gerekçelerle din eğitimine yönlendirilmekte, din derslerini seçen öğrenciler arasında ödüllü bilgi yarışmaları düzenlenmektedir.

 

Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla alelacele hazırlanan Öğretmen Meslek Kanunu’nda öğretmen mülakatlarını MEB’in yapacağı ibaresinin çıkarılması da, eğitimde gericileşmenin sadece müfredat ve protokollerle sınırlı kalmayacağını, dernek maskesi takmış tarikatların artık mülakatlara da tesir edebileceğini gösterdi.

 

ÖĞRENCİLER EĞİTİMDEN KOPARTILDI

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ülkede lise çağındaki gençlerin yüzde 50’ye yakınının eğitimde yer almadığını açıklamıştır. 15-19 yaş grubundaki 6 milyon gencin, 1 milyon 249 bini ne eğitimde ne istihdamda yer almaktadır.

 

MEB ELİYLE YASAL ÇOCUK İŞÇİLİK

Milli Eğitim Bakanlığına (MEB) bağlı Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğünün ilgili kurumlara gönderdiği karara göre, 2021-2022 döneminden itibaren ülke genelinde çok sayıda mesleki ve teknik Anadolu lisesi (MTAL) bünyesinde mesleki eğitim merkezi (MESEM) açılacak. 

 

Meslek Lisesi öğrenci ve veli profiline baktığımızda, “Meslek Lisesi Diploması” yanında, asgari ücretin üçte biri oranında ücret alacağının söylenmesinin cazip gelmemesi düşünülemez. Bu durumda Mesleki Teknik Anadolu Liseleri'nin (MTAL) Mesleki Eğitim Merkezleri'ne dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır.

 

Ayrıca MESEM’in yaygınlaştırma tanıtımında; “Erken yaşta sigortanız yapılıyor”, “Fabrikaya okul kuruyoruz”, “Genç işsizliği önlüyoruz” gibi popülist yaklaşımlar gerçeği yansıtmamaktadır. Gerçek; devlet eliyle çocuk işçiliğinin yasal hale getirilmesi, çocukların ellerinden geleceklerinin, hayallerinin alınarak köle toplum inşa etme düşüncesidir. 15 yaşındaki öğrenci, patronun insafına terk edilmiş olacaktır. Eğitimde asıl amaç “çocuğun üstün yararı” olması gerekirken, sosyolojik, psikolojik, sistematik hiç bir alt yapısı bulunmayan bir yapbozun içine bugün ve gelecekteki meslek lisesi örgün öğrencileri atılmak istenmektedir.

 

MESEM’lerin yaygınlaşması ile

 

         Örgün eğitim dışına itilmiş, yarınlarına yabancılaşmış, eğitimsiz, haklarını bilmeyen, kültürel açıdan eksik, kendine dayatılan hayatı kabullenen genç kitle oluşacağı,

         Yoksul öğrenciler açısından zorunlu eğitimin 8 yıla ineceği,

         Türkiye’de “çırak” adı altında milyonlarca çocuğun ciddi bir emek sömürüsüne maruz kalacağı,

         18 yaş altı çocukların çalıştırılmasının yasal hale geleceği,

         Çocuklara 9-10-11. sınıfta asgari ücretin 1/3 ü, 12. Sınıfta ise 1/2’si oranında ödenecek ücretlerin devlet bütçesinden karşılanacak olması da çocuk işçiliği patronlar açısından da cazip hale getirmekte ve böylece bir çocuk işçisi ordusu oluşturulmaktadır.

 

EĞİTİMDE NİTELİK SORUNU BÜYÜYOR

MEB’in kendi eliyle okulları Nitelikli ve Niteliksiz olarak ayırması bir yana, eğitim bir bütün halinde niteliksizliğe mahkum ediliyor.

 

Eğitimin niteliği, haftalık ders saatlerindeki sanat ve beden eğitimi derslerinin de artırılmasıyla desteklenebilir. Ortaokullarda haftada görsel sanatlar ve müzik için birer, beden eğitimi için de iki ders saati olması beden ve ruhen sağlıklı nesiller yetiştirmek için uygun değildir. Ayrıca ilkokullara görsel sanatlar, müzik ve beden eğitimi öğretmeleri için kadro tanımlamak ve branş öğretmenlerinin ataması yapılması gerekmektedir.

 

Eğitimin niteliğinin geliştirilmesi ders saatlerinin ve ödevlerin artırılması, sınavların zorlaştırılması ile değil çocuğun mutluluğu, okul sevgisi ve yeteneklerini özgürce geliştirebileceği alanlara kavuşmasıyla mümkündür. Ancak siyasal iktidarın eğitime bakış açısındaki temel amaç nitelikli eğitim değil kendisine seçmen devşirmektir.

 

OKUL GİRİŞ-ÇIKIŞ SAATLERİ

Yaz saati-Kış saati uygulamaları nedeniyle gündemdeki yerini koruyan okul giriş-çıkış saatleri sorunu giderek büyümekte ve bir güvenlik zafiyeti oluşturmaktadır. Siyasal iktidarın saat ayarı uygulamasındaki akıl almaz tutumu başka yapısal çarpıklıklarla da beslenmektedir.

 

EĞİTİMDE ÖZELLEŞTİRME DEVAM EDİYOR

AKP iktidarı döneminde, eğitimde piyasa merkezli işletmeci anlayışı yerleştirilmeye çalışılmış, özel okullara yönelik doğrudan teşvik uygulamalarında ciddi adımlar atılarak kamusal eğitim alanı daraltılmıştır. Kamusal kaynaklar, eğitimin ticarileştirilmesi için özel sermayeye aktarılırken kamusal eğitimin niteliği düşürülmüştür.

 

Eğitimdeki özelleştirme bir taraftan eşitsizlikleri artırırken bir taraftan da eğitimdeki niteliği düşüren bir etki yaratıyor. Özel okulların oranı yüzde 19 iken, özel okullarda okuyan öğrencilerin oranı %8’dir. Bu da okul ve öğretmen başına düşen öğrenci sayısında inanılmaz derecede bir eşitsizliği resmetmektedir. Yani okulların yüzde 81’inde öğrencilerin yüzde 92’si okumaktayken, geri kalanında yüzde 8’i okumaktadır.

 

Özel okullarda eğitim gören öğrencilerin yararlandığı imkânlar çok daha fazlayken, bu okullarda gözlerden uzakta bir başka sömürü de yaşanmaktadır. Hem aileler parasız olması gereken anayasal bir haktan yararlanmak için ücret ödemek zorunda bırakılmakta hem de eğitim emekçileri ciddi bir sömürüye maruz bırakılmaktadır. Özel okullarda çalışan öğretmenlerin hiçbir kadro güvencesi bulunmazken çok düşük ücretlere çalıştırıldıkları gerçeği de önümüzde durmaktadır.

 

 

EĞİTİM ÇALIŞANLARI GELECEKTEN ÜMİTSİZ

Öğretmenler bu eğitim döneminde de kadrolu, ücretli, sözleşmeli diye kademelendirilerek sömürülürken seçim öncesi AKP'nin defalarca vadettiği 3600 ek gösterge rafa kalkmıştır. Öğretmen alımlarında KPSS’de dereceye girmek dahi artık bir kriter olmaktan çıkmış ve mülakat denilen bu sistem temel belirleyici unsur haline gelmiştir.

 

Siyasi iktidar tarafından eğitimin paydaşlarına danışılmadan, öğretmenlerin haklarını ve taleplerini dikkate almadan Öğretmenlik Meslek Kanunu taslağı hazırlanmış ve apar topar Meclis’e sunulmuştur. Bu kanun taslağı öğretmenin koşullarını ve öğretmenliğin niteliğini artırmaktan uzak olmakla beraber, milli eğitimimiz açısından yeni sıkıntılara da yol açma potansiyeline sahiptir.

 

Çünkü kanun teklifi:

         Okuldaki çalışma barışını bozacak, öğretmenleri kendi arasında performans adı altında ayrıştıracak, öğretmenler odasını bölecek niteliktedir.

         Öğretmeni, veli ve öğrenci gözünde ayrıştıracaktır. Öğretmene dair haksızca iyi öğretmen-kötü öğretmen ayrımı oluşacak, bu ayrım okulun öğrencisinden velisine kadar tüm öznelerini bölecektir.

         Öte yandan sendikamızın her yıl 24 Kasım Öğretmenler Günü öncesinde yaptığı araştırma, bu yıl her zamankinden daha acı sonuçlar vermiştir. Araştırmamıza göre;

         Katılımcıların yüzde 23,34'ü eşinin çalış(a)madığını belirtmiştir. Yani neredeyse evli her 4 emekçiden birinin eşi işsizdir ve evin başlıca gelir kaynağı enflasyonla biçilen tek maaştır.

         Katılımcıların yüzde 57,8’i ailenin gıda ihtiyaçlarını karşılamada zorluk yaşadığını, yüzde 48,3’ü maaşlarının yetersizliğinden dolayı ek hesap kullandıklarını, yüzde 77,7’si ailenin sağlık harcamalarını karşılamakta zorluk çektiklerini, yüzde 90’ı kullandıkları kredi kartının borçlarını ödemede zorlandıklarını, yüzde 65’i geçinmekte zorlandıklarını ailelerinden veya yakınlarından borç aldıklarını beyan etmişlerdir.

         Katılımcıların yüzde 61,1’i ekonomik zorluklardan dolayı mesleki motivasyonlarının düştüğünü, yüzde 84,3’ü ek iş aradığı belirtmiştir.

 

ÖĞRETMEN BELGE DEĞİL ÇÖZÜM ODAKLI KANUN İSTİYOR

Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, “Bakanlık olarak tüm öğretmenlerimiz ve idari personelimize okullarımızın yüz yüze eğitime devam etmesindeki kararlı duruşları, sorumlulukları paylaşmaları ve emekleri nedeniyle teşekkür etmek için başarı belgesi düzenleyerek ilettik” sözleri ile tüm öğretmenlere başarı belgesi verildiğini açıkladı.

 

Sayın Bakan’a, öğretmen ve yöneticilere ödül verirken aynı öğretmenler odasını paylaştığımız ücretli öğretmenlere ya da eğitim öğretim süreci için birlikte mücadele ettiğimiz diğer çalışanlara (memur, hizmetli…) neden ödül vermiyorsunuz? diye de sormak istiyoruz.

 

Sayın Bakan bir adım atacaksa, öğretmenlere içi boş şekilde ödül vermek yerine, öğretmenlik mesleğini onurlandıracak, hak ettiği yere gelmesini sağlayacak, ekonomik ve özlük hakları noktasında güçlü kılacak adımlar atmalıdır. Eğitimin tüm aşamalarında laik, bilimsel, demokratik yaklaşım öncü olmalı, parasız ve kamusal eğitim sağlanmalıdır. Öğretmenlik mesleğini yakından ilgilendiren allanarak pullanarak kamuoyuna müjde olarak sunulan ve içi tamamen boş Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun amaca uygun çıkarılmasını sağlamalıdır.” www.yenicizgihaber.com YENİ ÇİZGİ

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.