İHD Adıyaman Şubesi; OHAL uygulamaları krizi daha da derinleştirdi

İHD Adıyaman Şubesi; OHAL uygulamaları krizi daha da derinleştirdi

İHD Adıyaman Şubesi; Küresel salgın ve olağanüstü hal koşullarında insan haklarını savunuyoruz

 

ADIYAMAN -YENİ ÇİZGİ;  İnsan hakları Derneği (İHD) Adıyaman Şubesi Başkanı Av Bülent Temel, Türkiye son kırk yılın en ağır ekonomik krizlerinden birini yaşarken, bunla birlikte yoksullaşma, güvencesizleşme ve örgütsüzleşme, OHAL uygulamalarıyla birlikte krizin daha da derinleştiği Covid-19 salgını ile birlikte bu tablonun daha vahim bir görünüm kazandığına dikkat çekti. Başkan Temel, Türkiye’de yaşanan binlerce hukuksuzluğun, ötekileştirme ve inkar politikalarının varlığını sürdürürken siyasi iktidarın insan hakları ve yargı alanında reform söylemlerinin gerçekleşebilecek bir vaat olarak görülmediğine dikkat çekti.

 

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 72. yılı nedeniyle günün anlamına ilişkin açıklama yaparak, Türkiye’deki hak ihlallerine dikkat çeken İHD Şube Başkanı Av Bülent Temel, sözlerine Covid-19’da ölen eski şube başkanları Abdülkadir Danış’ı anarak başladı.

 

Tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 pandemisinin yol açtığı siyasal, sosyal, ekonomik, etik vb. boyutları olan küresel kriz koşullarında haklara sahip çıktıklarına dikkat çeken İHD Şube Başkanı Av. Temel, “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde belirtildiği gibi barış, adalet, eşitlik, özgürlük ve insan onurunun korunmasını ve bunları güvence altına alacak demokrasi mücadelesinin verilmesini savunmaya devam ediyoruz ve devam edeceğiz.

 

İnsan hakları Evrensel Bildirgesi, 10 Aralık 1948 günü Fransa’nın başkenti Paris’te toplanan BM Genel Kurulu’nda kabul edilerek ilan edilmiştir. Türkiye, Evrensel Bildirge’yi, 27 Mayıs 1949 tarihli Resmi Gazete’de yayınlayarak yürürlüğe koymuştur. Evrensel Bildirge 500’den fazla dile çevrilmiştir. Bu özelliği ile de en çok dile çevrilen insan hakları belgesi olma özelliğini taşır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 4 Aralık 1950 tarihinde gerçekleştirdiği toplantıda, 423 (V) sayılı kararıyla “10 Aralık” gününü, “İnsan Hakları Günü” olarak ilan etmiştir” dedi. www.yenicizgihaber.com

 

Dünyanın her yerinde halklar özgürlük, adalet, eşitlik ve insan hakları talepleriyle itirazlarını yükselttiğini ifade eden başkan Temel açıklamasına şöyle devam etti;

“Devletlerin ve hükümetlerin bu itirazlara yanıtı ise şiddetin her türünü sistematikleştirip yaygınlaştırma ve hayatın tek gerçeği olarak toplumlara dayatmadır. Bugün tüm dünyanın yaşamakta olduğu bu ağır kriz karşısında insan haklarını savunmak ve kurucu rolünü canlandırmak en asli görevimizdir.

 

Küresel salgının daha da derinleştirdiği bu kriz hali, maalesef Türkiye’de de tüm yoğunluğu ve ağırlığı ile yaşanmaktadır. Ülke, 2016 yılından bu yana önce doğrudan, 19 Temmuz 2018 tarihinden itibaren de resmen kaldırıldığı söylense de yapılan pek çok düzenleme ile kalıcılık/süreklilik kazandırılan bir OHAL rejimi ile yönetilmektedir. İktidar salgını da fırsata çevirme güdüsü ile  başta bilgi edinme hakkı, yaşam hakkı, sağlığa erişim hakkı, çalışma hakkı, ifade özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü olmak üzere tüm temel hak ve özgürlüklerin sistematik olarak ihlal edilmesi olmaktadır.

 

Burada en başından beri salgını kontrol altına almak ve halkın sağlığını korumak için olağanüstü bir çaba harcayan ve gerekli önlemlerin yeterince alınmaması sonucu yaşamını yitiren sağlık çalışanlarını özellikle anmak isteriz. Sağlık çalışanlarının Covid-19'un iş kazası ve meslek hastalığı olarak kabul edilmesi talebi derhal yerine getirilmelidir.

Resmi gözaltı merkezlerinin yanı sıra kolluk güçlerinin barışçıl toplanma ve gösterilere müdahalesi sırasında, sokak ve açık alanlarda ya da ev ve iş yeri gibi mekânlarda, yani resmi olmayan gözaltı yerlerinde ve gözaltı dışındaki ortamlarda yaşanan işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları, yeni bir boyut ve yoğunluk kazanmıştır. Denilebilir ki siyasal iktidarın baskı ve kontrole dayalı yönetme tarzı sonucu günümüzde tüm ülke adeta işkence mekânı haline gelmiştir. Ters kelepçe deyim yerinde ise moda olmuştur.

 

Yakın tarihimizin en utanç verici insan hakları ihlallerinden biri olan insanlığa karşı suç niteliğindeki zorla kaçırma/kaybetme vakalarının 2020’de de nedeniyle  Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin, Batı ve Diğerleri dava grubu kapsamında zorla kaybetmeler ile ilgili Türkiye’yi izlemesi yeni kararla devam ettirilmektedir.

 

Hapishaneler, bugün Türkiye’de siyasal iktidarın hukuku bir baskı ve sindirme aracı olarak kullanmasının sonucunda tıka basa dolu durumdadırlar. Yaşam hakkı ihlalinden işkenceye, sağlık hakkına erişime kadar ağır ve ciddi ihlallerinin yaşandığı yerlerdir. İnsan hakalrı savunucuları olarak insanın kendi bedenine yaptığı her müdahaleye amasız, ancaksız, fakatsız karşıyız. Açlık grevlerini de insanların bedenlerine bir müdahalesi olarak görüyoruz. Ülke de insanların açlık grevlerini hala bir hak arama aracı olarak görmeleri Türkiye’nin çok büyük bir ayıbıdır.   Covid-19 salgını açısından en riskli yerlerin başında hapishaneler gelmektedir. Salgın gerekçe gösterilerek mahpusların zaten kısıtlanmış olan hakları daha da kısıtlanarak yeni bir “normal” yaratılmak istenmektedir. Salgının ulaştığı boyut göz önüne alındığında yeni kayıplar ve hak ihlalleri yaşanmadan derhal söz konusu otoritelerin uyarı ve çağrılarına uygun yeni düzenlemeler yapılmalıdır.

 

OHAL ilanıyla birlikte siyasal iktidarın düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaları, özellikle de basın üzerindeki kaygı verici boyutta artan baskı ve kontrolü 2020 yılında da sürmüştür. Siyasal iktidarın icraatlarına yönelik her türlü eleştiri ya da denetleme talebi bastırılmaya çalışılmakta, soruşturma ve dava konusu olmaktadır. İnsanlar düşünmekte fakat konuşmamayı tercih etmektedir. Bu haliyle toplum dili olmayan lal bir insanı andırmakatdır.

DEMOKRATİK EYLEM HAKLARI YASAKLANDI 

2020 de bir önceki yıl gibi toplantı ve gösteri yapma özgürlüğü açısından kısıtlama ve ihlallerin kural, özgürlüklerin kullanımının ise istisna olduğu bir yıl olmuştur. Yıl içinde siyasi parti üyeleri, işçiler, köylüler, öğrenciler, avukatlar, kadınlar, LGBTİQ+ bireyler ve hak savunucuları başta olmak üzere hemen her toplumsal kesimden kişi ve gruplar toplanma ve gösteri yapma özgürlüklerini mülki amirlerin yasakları ve/veya kolluk güçlerinin fiili müdahaleleri sonucunda kullanamamışlardır.

 

Türkiye’de yurttaşlar, toplu olarak bir araya gelip düşüncelerini açıklayamadıkları için örgütlenme özgürlüklerini de kullanamamakta, müşterek geleceklerini şekillendirmek üzere sivil ve kamusal alana örgütlü olarak katılamamaktadırlar. 2020 yılında insan hakları örgütlerinin, dernek, vakıf, emek ve meslek örgütleri ile siyasi partilerin çok sayıda üye ve yöneticisi gözaltına alınmış, tutuklanmış, haklarında açılan davalar ile üzerlerinde baskı oluşturulmaya çalışılmıştır. Belediye eşbaşkanları, belediye meclis üyeleri görevden alınmış, yerlerine kayyım atanmıştır. Dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekilleri tutuklanmıştır. Siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin binalarına saldırılar olmuştur. Anayasa mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları uygulanmaz hatta tanınmaz olmuştur.

 

Kürt sorunu, Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en temel engellerden bir olarak varlığını korumaktadır. Sorunun barışçıl, demokratik ve adil çözümüne yönelik esas olarak iktidar tarafından içtenlikli, bütünlüklü adımların atılmaması, yanı sıra Ortadoğu’daki gelişmelerin de etkisi ile 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinin hemen ardından başlayan silahlı çatışma ortamı halen sürmekte ve başta yaşam hakkı olmak üzere ağır ve ciddi insan hakları ihlallerine yol açmaktadır.

 

Hak savunucuları olarak bizler, Kürt sorununun her zaman demokratik, barışçıl ve adil çözümünü savunduk. Bunda ısrarlıyız. O nedenle, çatışmaların hemen şimdi durmasını istiyoruz. Çatışmasızlık ortamının tesisi ile birlikte çatışmasızlık halinin yaşanan olumsuzluklardan da hareketle tahkim edilmiş bir hale getirilerek güçlendirilmesi, izlenmesi ve toplumsal barışın sağlanabilmesi için tüm tarafların içtenlikli, etkin programlar geliştirmesi gerekmektedir.

 

2020 yılında kadına yönelik erkek şiddetinde maalesef bir gerileme, olumlu denebilecek bir gelişme yaşanmadı. Buna karşın siyasal iktidar, “Türk aile yapısını bozduğu”, “eşcinselliğe yasal zemin hazırladığı” vb. gerekçeler ile kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen İstanbul Sözleşmesi’ni hedef haline getirdi. Öte yandan Covid-19 salgının çok sayıda insanı işsiz bırakan ya da eve kapatan şartları, kadınlar için çok daha ağır bir tabloyu beraberinde getirdi. Dünyanın neredeyse bütün ülkelerinde karantina koşulları kadınların cinsel, ekonomik, fiziksel şiddetle çok daha fazla karşılaşması anlamına geldi, Türkiye’de de şiddete ilişkin gözlem raporları benzer bir duruma işaret ediyor. Tüm bunlar

Artık Türkiye toplumunun bir parçası, asli unsuru haline gelen sığınmacı/mülteci/göçmenler, hala her türlü ayrımcılığa ve istismara, nefret söylemine ve ekonomik sömürüye yoğun bir şekilde maruz kalıyorlar. 2020 yılında kolluk güçlerinin, sivil kişilerin ırkçı ve nefret içerikli şiddetine maruz kalan sığınmacı ve mülteciler yaşamlarını yitirdiler. İnsan kaçakçıları tarafından ölüme sürüklendiler. Salgının fiziksel, ruhsal, sosyal ve ekonomik tüm sonuçlarını en ağır bir şekilde yaşayan sığınmacı ve mülteciler, ne yazık ki toplumumuz açısından görmezden gelinen, hatta gözden çıkarılan hayatlar oldular.” www.yenicizgihaber.com

 

Bugün ülkede hem biyolojik hem de sosyal yaşamını sürdürülebilmesi için salgın koşullarında çalışmak zorunda olan milyonlarca kişi bulunduğunu hatırlatan Bülent Temel, “

“Evlerde kalma şansına sahip olmayan, şantiyelerde, fabrikalarda, marketlerde yeterli önlemlerin alınmadığı koşullarda çalışmak zorunda kalan/bırakılan bu kişilerin maruz kaldığı hak ihlalleri büyük bir çeşitlilik göstermektedir. Bu ihlallerin en başında ise iş cinayetleri gelmektedir. Yıl içinde yaşanan iş cinayetlerinin toplam sayısı içinde, tüm tespit zorluklarına karşın, Covid-19 nedeniyle yaşamını yitiren işçilerin sayısı azımsanmayacak bir orandadır. İşsizlik ve yoksulluk en çok kadınları, çocukları ve mülteci ve sığınmacıları etkilemektedir.

 

Engelliler dünyanın en müthiş insanları olarak yaşamlarına devam etmeye çalışırken karşılarına konulan engellerden ve karşılanmayan talepler nedeniyle farklılıklarının önüne engel olunmaktadır.

 

Tek celse de insan hakları savunucularına, sendikacılara, sağlıkçılara ceza verebilen ve ceza verirken çok mutlu olan hakimler, sıra Faili belli cinayetlerine, kadın cinayetlerine ve çocuk istismarında gelince ya ceza vermeme ya da ceza vermek istememektedirler. Cezasızlık artık bir politikaya dönüştürülmüştür. www.yenicizgihaber.com

Tahir ELÇİ’nin öldürülmesine ilişkin uzun yıllar boyunca dava açılmamıştır. Dava açıldıktan sonra mahkemenin yaptığı ilk işi söz alarak konuşmak isteyen eşi Türken ELÇİ’yi susturmak olmuştur. Son söz olarak; var oluş nedenleri hak ihlallerinin son bulduğu, adalet, barış ve demokrasinin tesis edildiği bir ülke ve dünyaya ulaşmak olan İHD 34 yaşındadır. İHD 34 yıldır, ateşin düştüğü her yerdedir. İnsan haklarıyla insandır.” www.yenicizgihaber.com YENİ ÇİZGİ

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yerel Haberleri