Ülkemizde kavramlar, sıklıkla gerçek anlamları dışında vatandaşın aklını çelmek için kullanılır. Örneğin demokrasi, bunlardan en çok üzerinde oynanan kavramdır.
Muhafazakârlık da bu şekilde kullanılan önemli kavramdır. Bazen dönüp dolaşıp, muhafazakârlık halka bir silah olarak da kullanılır. Nasıl mı diyeceksiniz? Toplumda aydın diye kabul edilen, televizyonlardaki açık oturumlarda, konuşmalar yapan pek çok insan, halkın %70’i muhafazakâr, bu durumu hiçi değiştiremezsin diye tuttururlar. Bunların bazıları kendini emekçiden ve soldan yana diye bile ifade eder. Kendini muhafazakâr iş adamı olarak tanıtan bazı zatlar da, ben “onbin işçiye ekmek veriyorum” diye kendinin ne kadar hayırsever olduğunu ortaya koyar. Yani işçi ne diyecek o zaman? “Biz halk olarak muhafazakârız, bak solcu geçinen aydınlar böyle söylüyor, benim işverenim Ahmet bey böyle diyor, ben o zaman gözlerimi kapayım vazifemi yapayım. Patronum ne derse onu yapayım, sendika istemeyim, toplu sözleşme ve grev hakkı istemeyim. Niye çünkü biz halk olarak muhafazakârız hiçbir şeye karşı çıkamayız.” Bu yutturmaca böyle sürer gider. Bu olaylar içinde en gayriinsani olan kendine solcuyum diyen aydınların durumudur. Hem emekçiden yana olduğunu söyleyip, sermayedarın yanında olmak gibi bir suçu işlerler bu insanlar.
Son yerel seçimler ve İstanbul seçimlerinin tekrarlanması kim muhafazakâr, kim değil sorularını tekrar aklımıza getirdi. Demokrasinin kuralları ile işlemediği ülkemizde, 2010 yılındaki Anayasa halkoylamasında, bu ülkede kendine solcuyum diyen pek çok kişi, parti, sendika bu hükümete destek vermiş, bugünlerin ortaya çıkmasına yardımcı olmuşlardı. Şimdi bu kesimlerin hükümete karşı söylem içinde olduklarını görüyoruz. Ama geçmiş dönemler için bir özeleştiri vermeyen bu grupların samimi olmadıklarını görmek gerek. Demokrasi kavramını anlatır iken de ülkemizde artık yalnızca seçimler anlaşılıyor. Seçimler de yüzde 10 barajı hala devam ediyor. Her siyasi parti seçimlere giremiyor. Demokrasinin oturması gereken en önemli temel, laik düzendir. Laikliğin aşındırıldığı bir ülkede demokrasiden söz edilmez. Demokrasi olan bir ülkede olması gereken diğer bir temel, emekçilerin emek güçlerini özgürce pazarlayabildikleri bir üretim ilişkileri düzenidir. Böyle bir düzen 12 Eylül 1980’den beri yoktur.
Halk olarak bizleri bir şekilde muhafazakâr olarak damgalayıp, elimizi, kolumuzu, beynimizi bağlamak isteyen anlayışlara fırsat vermemeliyiz artık. Aklımız başımıza almanın çıkarlarımızın nerede olduğunu görmenin zamanıdır. YENİ ÇİZGİ
ercankosmanoglu@hotmail.com