Sayın Cumhurbaşkanımız geçen gün partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada gerçeği tüm çıplaklığıyla yüzüme vurdu. Aslında doğrudan bana bir şey söylemedi ama “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” hesabı, ben mesajı aldım. Üzülmedim değil. Eminim benim gibi 35 seneden fazla devlete hizmet etmiş ve sadece halktan toplanan vergilerden kendine düşen ve adına “maaş” denilen şeyle geçinen ve “memur” olarak adlandırılan diğer 657’liler, 2547’liler de üzülmüşlerdir. Üniversitedeki görevleri dışında şöyle dışarıda bir makara çevirip üç, beş kuruş ek gelir elde etmeyi, en azından küçücük bir çantayla ayakta emlakçılık yapmayı, ya da yandaş bir kurumun danışmanlığına, yönetim kuruluna, ünlü bir siyasetçinin kapı kulluğuna, medya borazanlığına kapağı atıp kadayıfın kızarmış tarafını yemeyi beceremeyen ben ve benim gibiler toplu halde üzülmüşlerdir. Oysa yıllar önce “Benim memurum işini bilir” dediklerinde ilk mesajı almış ve kafamızı kullanmış olmalıydık. Hepimiz işgal ettiğimiz koltuk seviyelerine göre konumumuzu fırsata çevirmeli, “Selam verdim, rüşvet değildir diye almadılar” diyen şairimize rahmet okutmalıydık. Olmadı. Yapamadık. Yoksul insanlardan toplanan vergilerden aldığımız maaşı hak etmek için gece gündüz çalıştık. Ülkemizi her alanda yüceltmek için, Jorc’u, Mayk’ı, Helen’i işimize karıştırmadan, hak ettiğimizi düşündüğümüz saygınlığımızdan ödün vermeden elimizden geleni yaptık. O “maaş” denilen para ile çocuklarımızı okuttuk, gençler yetiştirdik. Ama bir şeyi beceremedik işte, zengin olamadık.Dolar, mark (sonradan avro) biriktiremedik. Kat, yat, arsa alamadık. Sünnetimizden, düğünümüzden kalan üç, beş altınımız bile yok. Onları da bozdurup çocuklara harcadık. Memur geldik, memur gidiyoruz.
Yazıklar olsun bana
.