.
Haberleri izlemek ve gündemi takip etmek için kanalların birini açıyorum. "Haber merkezimize hoş geldiniz iyi akşamlar dileyerek haberlere başlıyoruz!" diyor spiker ve sözü Tayyip Erdoğan'a bırakıyor. Tayyip başlıyor Akp li olmayan herkese ağızlar dolusu kibar küfürler etmeye!.. tehdit etmeye ve aba altından değnek göstermeye!.. Diğer kanala geçiyorum. Burada da Tayyip var! Gözleri yuvasından fırlamış, ağzından tükürükler saçarak kendisinin, oğlunun ve saz arkadaşlarının hırsızlığını ortaya çıkaran "ötekilere" ver yansın ediyor! Yani neredeyse "siz kim oluyorsunuz da benim ve ekibimin hırsızlığını ortaya çıkarıyorsunuz?.. Benim hırsızlarımı bana sormadan nasıl yargılarsınız?.. Bunlar paralel devlet! Bunlar bizden olmayanlar!" diye ortalığı kasıp kavuruyor!.. Belki haber veren bir kanal bulurum diye zaping yapmaya devam ediyorum. Ama yok! Bütün kanalların haber merkezleri Tayyip ya da Akp'nin nutuk kanallarına dönmüş durumda. Yaklaşık bir saat boyunca zaping yaparak haber arıyorum. Eni sonu spikerler pişmiş kelle gibi sırıtarak "haber merkezimiz burada sona erdi. İyi akşamlar!" diyerek programı kapatıyorlar... Bir iki muhalif kanala bakıyorum. Onlar da bayatlamış programlarla, ya da halk kuyrukçuluğunun sisli atmosferi içinde yollarını kaybetmiş durumdalar. Bu gidişle kendi yolunu bulamayan muhalefet, halka giden yolu da bulamayacak elbette.Her şeyden önce bu ülkede iktidar hala seçimle göreve gelmektedir. Bu seçimlerde akıl almaz hileler döndüğü ve çoğu yerlerde seçmene baskı yapıldığı da bir gerçektir. Ama bu halkın hatırı sayılır bir çoğunluğunun makarna, kömür karşılığında oylarını sattığı da bir gerçektir! Daha da kötüsü bu iktidara en çok oy veren kesim, bu sistemden en fazla zarar gören yoksul halk kesimleridir! Herkes 17 Aralık resmi hırsızlık ve yolsuzluk olaylarından sonra bu iktidarın düşeceğini ve çok şeylerin değişeceğini düşünüyordu. Tayyip Erdoğan önce sessiz kalmayı denedi ve kendi seçmeninin hala arkasında olduğunu görünce, ev sahibini bastıran yavuz hırsızı oynadı. Bütün bunlar kendiliğinden gelişen birer rastlantı olmayıp; dini, ticari sektör haline getiren islami terör örgütlerinin, uzun yıllar önce yürürlüğe koydukları sinsi bir projeydi! Hiç bir zaman Türkiye'nin başbakanı olmayı beceremeyen, hatta cumhuriyet ve demokrasiyi dahi içine sindiremeyen Tayyip Erdoğan, ilk iktidar olduğu yıllarda "islamın terörü olmaz!" diyerek o günden El-Kaide gibi terör örgütlerinin savunma avukatlığını yapmaya başlamıştı! Dış işleri Bakanı Davutoğlu, El-Nusra terör örgütü için "Türkiye'nin dostu" ifadesini kullanıyor. Çok geçmeden ağzına kadar dolar dolu yüzlerce ayakkabı kutuları, para sayma makineleri, tıka basa dolu kasalar ve aralarında Bilal'ın da bulunduğu bakan oğlanlarının hırsızlığı gündeme düşüyor. Önce hırsızları temize çıkaracak özel yetkili emniyetçiler ve yargılar oluşturup, "efendim bizim suçumuz yok! hırsızları yakalayanlar dış güçlerdi, paralel devletti!" diye mağdur edebiyatı yaparak, gene kaldıkları yerden devam ediyorlar. Demek ki Türkiye'de yapılan hırsızlık ve yolsuzlukları cezalandıracak bir mercii yok ki; bu işi dış güçler yapmaya başlamış! Yani ne diyelim? Bu durumda "yaşasın dış güçler!" demek geliyor içimden...Sonra El-Kaide ve Nusra gibi terör örgütlerine giderken yakalanan tırlar dolusu silahlarla, teröre yardım ve yataklık eden Akp iktidarı suç üstü yakalanmış oldu. Suriye başkanı Beşar Esad ile düşmanlığını devlet meselesi haline getiren Tayyip Erdoğan, güya bu silahları gizlice suç ortaklarına ulaştıracak ve Esad'ın sonunu hızlandıracaktı! Ama her geçen gün Esad'ın daha da baskın çıktığını gördükçe psikolojisi bozulmakta ve "devlet sırrı!" yöntemine sarılarak yalan söylemektedir. Türkiye'nin çok büyük bir kesiminin, abdest alınarak yapılan hırsızlığı alkışladığını da çok iyi bilmektedir. O yüzden de "abdestimizden kimsenin şüphesi olmasın" diyerek, kendilerinin "abdestli hırsızlardan" olduğuna dair mesaj vermektedir. Diyanet işleri başkanlığı ile el ele verip yalanı, hırsızlığı ve hatta tecavüzü bile ibadet haline getirdiler!Her şey bir yana da, bu ülkede yıllara önce rafa kaldırılan demokrasi, her geçen gün çığ gibi büyüyen çok büyük krizlere yol açacak gibi görünüyor! Ülke şu anda hukuk dışı idare edilmekte, her türlü eylem ve gösteri hakkı yasaklanmıştır. Göstericilere keyfi ve ideolojik bir şekilde saldırarak "kaçmayın lan Mustafa Kemal'ın piçleri" diyen polis, kendisini hangi ülkenin polisi olarak görüyor, anlamak güç. Ayrıca 17 Aralık resmi hırsızlık krizinin ardından görüldü ki, bu ülkede polis teşkilatı cemaatcı polisler ve Akp'li polisler diye ikiye ayrılmış durumda. O zaman da aklımıza ister istemez şu soru geliyor: İyi ama devletin polisi nerede?