Ülkemizde en zor işlerden biri üniversite kazanmak. Çocuğunun üniversiteye gitmesini hedefleyen aile, işe ana sınıfına hazırlık(?) yıllarından başlıyor. Paralı eğitim hücrelerimize kadar işledi. Çocuğunu hükümetin (eskiden devletindi) eline terk etmek istemeyen aile ceketini satıp yıllık ücreti 20 bin ile 100 bin lira arasında değişen bir özel okula göndermeye çabalıyor. Yemiyor, içmiyor gönderiyor diyelim. Sonra?Tüm sistem bir sonraki aşamadaki duvarı atlayabilmeye ve kendi gibi olan yaşıtı arkadaşlarını halletmeye dayalı. Bahçede (Bahçe bulabildiyse) top oynadığı arkadaşı ilkokul 4’te, ortaokul 3’te, lise 3’te, 4’te artık sıkı bir rakibi, düşmanı. Diyelim bütün bu zorlukları geçti ve birlikte ana sınıfına başladığı 100 çocuktan 90’ını tepeleyip(?) bir mühendislik fakültesine kapağı attı ve yabancı dille öğretim yapan 5 yıllık yüksek puanlı bir üniversiteyi artık ailesine yük olmaktan utandığı için, bir yandan çalışıp, bir yandan ev işleriyle boğuşup, bir yandan derslerine çalışıp 7 yılda bitirdi. Sonra?Tüm çocukluk ve gençlik yıllarını masa başında formül ezberleyerek geçirdiği 20 yıllık öğrenim serüveninin sonunda geldiği nokta ne?Aldığı ücretle güzel bir hayat kurup, çoluk çocuk sahibi olabilme lüksü mü?Haftada 35 saat çalışıp hafta sonlarında yakın şehirlerde yapacağı kısa tatiller mi?Girdiği işte huzur içerisinde geleceğe umut ve güvenle bakabilme ayrıcalığı mı?Hayır. Bir kere girmeye çabaladığı iş özel bir işse ilk hedef sonradan icat “İnsan Kaynakları” engelini aşmak. İnsan kömür mü, petrol mü, doğal gaz mı? İnsanın kaynağı mı olur. Her şey insan için değil mi?” gibi insanca sorular kafasında, ne olduğu belli olmayan birilerine 20 yıllık birikimini 2 sayfaya sıkıştırmak zorunda kaldığı fotoğraflı öz geçmişini (CV demezse işe de almazlar) yollar. İnsan kaynakları (bunlar sondajcı filan gibi) önce fotoğrafa, sonra bir iki cümleye bakıp ön eleme yaparlar. 100 kişi yola çıkıp 10 kişi girdikleri üniversiteden mezun olan 5 kişinin içerisinde birinci olmak için CV’sine koyduğu en masum fotoğrafı ve en derin cümleleri beğenilmişse mülakata çağrılır. Mülakatta aşağılanır, itelenir, sıkıştırılır ama her şeye rağmen yoksulluk sınırının bıçak sırtında ücretli işe girip toplum içerisinde “İşsizim” deme derdinden kurtulmak için çaresiz işi kabul eder. Yok eğer devlette bir yerlerde işe girmekse hedefi işi daha da zordur. “Hamili kart” muhabbetlerine gelmeden önce atlaması gereken bir KPSS sınavı vardır. Bu ülkede başbakan (eskidendi), devlet başkanı, bakan, milletvekili, bakan danışmanı, bakan yardımcısı filan olmak için gerekmeyen KPSS ilçe belediyesinin park bahçeler müdürlüğünde çalışmak için gereklidir. Önüne bir kağıt koyarlar. İşe girecektir ama, kiralık. Özel sektörün insan kaynaklarında “gaz” muamelesi gören mühendis için kamuda artık “kiralık” devri başlamıştır. Ev gibi, araba gibi, motosiklet gibi günübirlik, haftalık, aylık, nadiren yıllık kiralıktır artık. “Kiralanma sözleşmem feshedilir” korkusu ile bırakın evlenip, ev, araba almayı, ödeyemem diye bisiklet bile alamaz. Sonra vatanına ihanet(?) edip Avrupa’ya kaçmanın yollarını arar. Kalanlar, onu kiralayanlar, KPSS sınavlarında çürütenler, çocukluğunu, gençliğini elinden çalanlar hep birlikte bağırırlar;“Vatan haini kiralık mühendis.”
Vatan haini kiralık mühendis(?)
.