Eski bir bakan söylemişti. Kim olduğu değil,
ne dediği önemli olduğu için detaya girmeye
gerek yok. Her ne kadar sonradan yeni
eğitim bakanlarından biri, “Yok yahu o öyle
demek istememişti. Yanlış anlaşıldı Emrullah
Efendi” dediyse de zamanın Maarif
Nazırı demişti bir kere.
Ne demişti devletli?
“Şu mektepler olmasaydı, ben bu maarifi ne
güzel idare ederdim.”
Alın işte, sonunda mektepler yok oldu.
Sadece mektepler mi? Üniversiteler de yok
oldu. Yok olmadı da sanallaştı, buharlaştı.
Bunun adı da “Dijitalleşme” oldu.
İyi mi?
Taraftar muhtelif. Bir kısım ileri teknoloji
meraklıları durumdan memnunlar. Bundan
böyle hiçbir şey eskisi gibi olmayacak hayaliyle
okullardan kurtulduklarını, evlerindeki
25’e 35 santimetrelik ekranla dünyanın
bilgisini alarak eğitileceklerini sanıyorlar.
Diğer bir kısım da ileri temas tarafında.
Michio
Kaku’nun
“Mağara
Adam”
teorisinin
peşinde.
Bilim ve
teknoloji
ne kadar
gelişirse gelişse de, istediğimiz her şey evimizin
tuvaletine kadar ayağımıza gelse de,
insanların her zaman bir arada olmayı tercih
edeceklerine, sanal dünyada en güzel futbol
oyunları yaratılmış olsa da meraklıların yine
stadyumları doldurup küfür edeceklerine
inanıyorlar. Kaku, sanki virüsü bilir gibi,
neredeyse on yıl önce yazdığı “Geleceğin
Fiziği” kitabında bu günleri tarif etmiş.
Hele bir de “Yapay zeka”cılar yok mu?
Dünyanın en gelişmiş(?) robotunu, ki
muhtemelen Japon’dur ve gireceği en basit
IQ testinden sıfırın üzerinde bir not alması
mümkün değildir, millete “zeka”
olarak sunuyorlar.
Oysa insan, 5’i bildiğimiz, 6 duyu
ile doğuyor ve insanoğlu robotlara
bunun ancak 3’ünü öğretebilmiş.
Yani en zeki robot daha koku
almayı bile bilmiyor. Tat almayı zaten
bilmiyor. Hele insanın gözlerinin
içerisine bakıp ne düşündüğünü
anlaması hiç mümkün değil, çünkü beynin
içerisinde dönen tilkilerden hiç haberi yok.
Şimdi dönelim buharlaşan okullara, “Uzaktan
eğitim olur mu?” sorusu ve sorununa.
Bence olmaz. Sadece bence değil, zaten
olmaz. Olsa olsa uzaktan öğretim olur. O da
kör, topal. Eğitim bilgi yüklemesi değildir.
Vücut dilini, el hareketlerini, hatta kokusunu
hissetmediğimiz, sadece görme ve duyma
duyularımıza seslenen öğretmenden ekranda
olsa olsa sıradan ansiklopedik bilgiler
alırız. Aslında bunun için öğretmenin ekran
görüntüsüne de ihtiyaç yoktur ya, kitap okumaya
gönüllü olmadığımız için, en azından
zorla da olsa ekrandan bir şeyler dinleriz,
dinlersek. Sınıfın penceresinden uzaklara
dalan öğrenciye tebeşir atıp “Dalma” diyemeyen
2 boyutlu öğretmen ne işe yarar?
Üniversitelere hiç girmeyelim. Üniversite
bir öğrenci, bir hocadan mı ibaret? Nerede
kantin sohbetleri, nerede topluluk faaliyetleri?
Bir virüs geldi ve hayatlarımızdan
3 ayı aldı götürdü. Belki daha da götürecek.
Şimdi belki mecburuz uzaktan bir şeyleri
halletmeye en azından zamanı boş geçirmemek
adına ama bunu geleceğin yaşam tarzı
yapmaya çabalayan kafaları, postmodern
söylem tuzağına düşmeden, eleştirmeli ve
söylemlerimizde kullandığımız dile dikkat
etmeliyiz. Halfeti’nin Fıstığı Markalaşıyor
Uzaktan...
.