.
Nerede kalmıştık? Şimdi oldukça modernleşti tren yolculukları ama onun da yeniden canına okumak için sota’da bekliyor iktidar hazretleri.Aslında tren yolculuklarının modern ve rahat yapısı eksiden beri var. Tabii ki parası olanlar için. Ne güne duruyor ikinci mevkiler, birinci mevkiler, yataklılar… Sıkışıklık sadece üçüncü mevkide yolculuk edebilme şansına sahip olanlar içindi.Biz basın mensupları bir zamanlar öylesine önemli ölçüde indirim yapılırdı ki, yolculuk etmek istemeyenlerin bile yolculuğa çıkası gelirdi.Düşünebiliyor musunuz, yüzde 90’dan daha ucuz bir fiyat uygulaması yapılırdı sarı basın kartı taşıyanlara.Bu nimetten en çok yararlanan, en eski meslektaşlarımızdan Avukat Servet Güzel beydi. Servet Bey Karayılan adında günlük bir gazete çıkartırdı. Ama kazandığı para sadece içkisine, mezesine yeterdi.O nedenle kağıt bile bulabildiği günlerde çıkartabilirdi anca Karayılan’ı. Bakın, baskı parası demiyorum. Çünkü gazetesini bedava basardı kadeh arkadaşı Nazmi Öztahtacı.Nazmi ağabey Uğur matbaasının işletmecisiydi o zamanlar. Yıl mı? 1940’ların ikinci yarısıydı.Resmi ilan alma koşullarına uymadığı için sık sık bu gelir kaynağı tıkanırdı Serbvet beyin. Dert mi? Elbet ELT telgraf çekebilecek parayı bulup buluşturabilirdi. Telgrafın hedefi zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’dür.“Baba, ilanımı yine kestiler…”O zamanlar valilikçe dağıtılan resmi ilan, ertesi gün Karayılan’a yeniden verilmeye başlanırdı.Gazeteciliği hukukçuluğundan önce başlayan Servet Güzel avukat olmuştur ama bir defacık bile adliyenin önünden dahi geçmemiştir.***Sözü dönüp dolaşıp trenlere getireceğim: Sanırım sınavlara gidip çıkabilmek için Sık sık İstanbul’a gidip gelirdi Servet bey. İstanbul’da evi yok. Otele ise güç yetmez.Ne yapsın? Bir aylık Devlet Demiryolu yataklılarından kombine bilet alırdı. Bu bir aylık gidiş geliş kombinenin toplam bedeli 70’lik bir rakı kadar ucuzdu.Unutmayın, o zamanlar bir yetkişlik rakı sözümona içenleri caydırmak için yüzde sensen vergilendirilip 70 liraya satılmıyordu. Hani yarım kilo kırık leblebi fiyatınaydı bir şişe rakı.Böylece bizimki basın mensuplarına tanınan indirilden yararlanarak yataklıda uyuya uyuya İstanbul’a gider, sınavına girer; yine yataklıyla (Narlı’ya kadar) Gaziantep’e dönerdi.Sonra çoğalmaya başladı sarı basın kartı taşıyanların sayısı. Sayı arttıkça olanaklar da kısırlaştırıldı. Hele 1950 sonrası, gazeteciyi Hilton adı verilen hapishanelere yollamak dururken yüzde doksan indirimli tren yolculuğu da neyin nesiydi?Tren indirimiyle birlikte telefona, uçağa olan yüzde 50 indirilmelerı de kaldırdı 1950’li yıllardan itibaren Menderes hükümeti.***Dedim ya paran varsa indirim-mindirim gerekmez. Gider yataklıdan alırsın biletini. Bir odada tek başına fosurdaya fosurduya uyursun. Dışarıya çıkmadan tuvalete bile girersen, duş bile alırsın.Sonra kahvaltını yapmak isin restorana yollanırsın. İstersen öğlen yemeği ayağına bile gelir. Ama özellikle de restoranda akşam keyifleri bir başkadır. Çünkü orada iki kadeh içki içme şansın da olur (du) o zamanlar.Her halde, çaktırmadan 3. Selim gibi “hepsini ben içeyim,” diye her yerde yasaklattırdı bu uzunoğlan şimdilerde içkiyi.***Artık tren pencerelerinden telgraf, telefon direkleri göremiyorsunuz. Çünkü telgrafın PTT’de sadece adı kaldı. Postayı kargolara devrettik.Telefonun ise yerini GMS’ler aldı.Peki hal böyleyken heden hâlâ PTT’dir bu kuruluşun adı? Şundan: Artık PTT, Posta, telgraf, telefon anlamını taşımıyor. Artık PTT kaplumbağa hızındaki posta, olmayan telgraftan ibarettit bir teşkilattır. Ha, pardon ileride satışını kolaylaştıralım diye Bankacılık işlevi de yüklendi PTT’ye.Çünkü telgraf, telefon tellerinin yerini elektrik telleri aldı. Kuş, kuşsa eşek değil ya, o tele konsa cayır cayır yanacağını biliyor. Bilmeyen bir tek bizleriz kimin, neyi cayır cayır yaktığını. Umarım bunu öğrendiğimiz zaman da artık iş işten geçmemiş olur.Konumuz PTT değil trenlerdi değil mi? Gaziantep’imizin bir de trenden mahrum edilme serüveni var. Haydi onu da sonraki yazıya bırakalım.