.
Geçen haftaki konuşuğumuzu kaldığımız yerden sürdürüyorum: Tatlı sucuk yapmak için fıstıklar, cevizler, malefe iğnesine saplı iplikle 30-40 cm uzunluğunda salkımlar oluşturulurdu. Bunlar beşer santim aralıklarla 70-80 cm uzunluğundaki değneklere bağlanır, mahsere kazanına öyle batırılırdı.Sucuk değnekleri eşek adı verilen iki dayanakla yerden bir metre yukarıya tutturulan bir sırığa asılırdı. Sucuklara ağzı sulanan biz çocukların işi bundan sonra başlardı. Kimseye çaktırmadan kurusun diye daha serilen eşeklerin yanına usulca yaklaşır, sucuk salkımlarından binini aşırırdık.Bu aşırma işi gayet ustalıklı yapılmalıdır ki anneler, nineler için ayırımına varmasından. En iyi yöntem salkımları en kenarında bulunanlardan aşırmaktır.Bir tane aşırıp keyiften gözümüz yumuk yedik mi? Hemen ikincisinin avına hazırlanırdık. Bu arada yaşımızın da 5-6 olduğunu anımsatalım.Kimi gün sekiz on tane sucuk aşırdığımız olurdu. Annelerimiz ninelerimiz bunun ayırımına varmaz mıydılar? Salak değillerdi ya, elbette varırlardı ama bizim keyfimize taş koymak akıllarının ucundan bile geçmezdi.***Sucukların kuruyup değneklerden koparılması, tavan arasındaki şire sandığa aktarılması, biz çocukların matemi olurdu.Ama çocuksanız, sucuğu da çok seviyorsanız, sizin için çareler tükenmez. Şıra sandığına ulaşma konusunda kendinize bir yardakçı bulurdunuz elbet. Benim yardakçım Raiba ablaydı.17-18 yaşlarındaki bu genç kız hep bizde kalırdı. Babamın dedesinin ilk eşinden doğmaydı. Öyle de güzel, yeşil gözleri vardı ki… Şıralar sandığa basıldıktan sonra, Rabia ablanın çevresinde dolanmaya başlardım.“Rabia Ablaaa?”“Hııı?”“Sucuklar sandığa girdi.”“Girdi ya… Ne olacak?”“Hani diyorum ki…”“Seni sucuk faresi! Beni suçuna ortak etme!”Nasıl acıklı bakarmışım ki sonunda dayanamaz, beni öper, “Tamam tamam..” derdi. Artık ninemin belindeki tavan arasının kapı anahtarı nasıl aşırılacak, bu onun işiydi.Aslında sucuk aşırmamıza hiç de gerek yoktu. Çünkü akşamları nasıl olsa tandırın üstünde şire tepsisinin yer alacağını herkes bilirdi. Tepside kırmızı üzüm, kara üzüm, bastığa üçgen biçiminde sarılmış ceviz içi ve baharat karışımlı muska, bastık, tarhana karma karışık olurdu.Ben hiç birine yüz vermezdim. Hemen sucuğa saldırırdım. Annem sucuklara yaptığım aşırı saldırıları kınamak istercesine bana yan yan bakardı. Benden önce ninem ayırımına varırdı bunun.“Bırak gelin… Kuzucuğum yesin sucukları. Madem çok seviyor…”Ninemden icazeti aldım ya, artık yumulmalıyım sucuklara, değil mi? Değil işte. Serbest bırakıldığı için gönlüm mü geçerdi yoksa annem üzülür diye geri mi dururdum, bilmemem.***Gözün ardı kıştır. Kış geceleri uzun olur. Eskiden televizyon mu vardı? Biri masal anlatır, öbürleri hem şire tüketir hem de masalı dinlerdi tandır başında.İki türlü tandır vardı. Biri içine mangal konulan kare prizma biçiminde bir kürsüden ibaretti. Bunun üç tarafında ayak konulacak yer bulunurdu. Dördüncü yan açıkta kalırdı ki, buradan tandırın içine mangal kolayca konulabilsin.Isıtma özel yapılı tandır mangallarıyla sağlanırdı. Üzerine büyücek bir yorgan konulunca, mangaldaki ateş tandırın içini hamam gibi ısıtırdı.Tandırın dört bir yanında bir iki kişinin oturabileceği ende minderler olurdu. Sıra oturmaya geldiğinde ivecen olacaksın, ayak konulabilen yanlardan birini kapacaksın.Tandırın içine konulan tandır mangalının külleri altına hazevel yerleştirilirdi. Hazvel kömür tozudur. Hem ucuzdu, hem usul usul yanarak uzun süre ısıtmayı sürdürürdü.Hazvelin üzeri külle kapatılır, bunun da üzerine ateş korları yerleştirilirdi. Korlar çabucak yanıp bitmesin diye bunun üzerinde külle kapatılırdı. Tandır işiyle görevlendirilen evin bireyi, ısı azaldıkça külleri deşerek ısının artmasını sağlardı.İkinci tür tandır, içine ateş konulabilen çukurun üstüne yerleştirilebilendir. Çukurun üstü ısıya dayanıklı ağaçlan yapılmış bir ızgarayla kaplı olurdu. Bu çukurlar her evde olmazdı. Tandır Safaları kış mevsiminin güzelliğiydi canım.