Putin ile Erdoğan arasında Rusya’da imzalanan “Soçi Mutabakatı” açıklandığı andan itibaren büyük bir başarı olarak sunuluyor. Mazlum halkları ezerken “büyük devletler”le iş tutuyor olmakla övünüyorlar.
Çarpıtmayı hep yapıyorlar…
Zira havuz medyası gerçekleri ters yüz etmek üzerine kurgulanmıştır. Soçi’de imzalanan 10 maddelik mutabakatı Erdoğan “muhtıra” olarak sununca, onlara da anında uygun pozisyon almak ve sürdürmek kaldı.
İçlerinden biri de çıkıp “Biz 2011’den beri ne yapıyoruz?” diye sormuyor, soramıyor. “Barış Pınarı” dedikleri operasyondan sonra daha önce az çok eleştirilerde bulunan bazıları da vazgeçip, çark etti.
Biri çıkıp; “Kürtlerin, Rojava’da demokratik bir yönetim kurmalarının bize ne zararı var” diyemiyor. “Üstelik IŞİD gibi bir cani örgütü büyük bedeller pahasına durduran, seküler yaşamlarıyla, demokratik ve barışçı yaklaşımlarıyla tanınan, her vesile ile Türkiye halklarına karşı derin sevgi beslediklerini söyleyen, daha bugüne kadar bunun aksi bir davranış içinde bulunmayan Kürtlerin Türkiye’ye komşu olmaları IŞİD’den kötü müdür?” diye soramıyor. “Suriye’nin demokratikleşmesini mi istiyordun işte onu yapacağını iddia eden güçlerden biri Kürtler… Üstelik ayrı sınır, ayrı devlet değil, halkların eşit özgür demokratik yönetiminden söz ediyorlar…” diyemiyorlar. İçeride de dışarıda da hedefe konuyor Kürtler.
“Soçi Mutabakatı”na dönecek olursak: Altı saati aşan görüşmeden sonra kürsülerin başına geçen Putin ile Erdoğan’ın yüz ifadelerine bakarak durumu anlamak pekala mümkündü. Metni “muhtıra” olarak sunan Erdoğan, iki dışişleri bakanı metni maddeler halinde okumaya başlamadan önce konuyu ‘anlaşılır’ hale getirmişti zaten.
Putin, iki dışişleri bakanınca okunacak 10 maddelik mutabakat metnine hiç girmedi. Ancak Putin’in sarf ettiği cümlelerden, aynı gün İdlib’in kırsalındaki askeri karargahları ziyaret eden ve Erdoğan için oldukça sert sözler sarf eden Esad’ın rahatlayacağı bir mutabakatın sağlandığını anlamak zor olmadı. Metin, kilometrelere, yer isimlerine, Rus, Suriye, TSK devriyelerine boğulsa da Suriye’nin bütünlüğü tedricen garanti altına alınıyor, Esad muhatap alınıyor, Kürtler yok sayılamıyordu.
Putin hem giriş konuşmasında hem de altına imza attığı mutabakat metninde SDG ya da YPG için “bölücü” ya da benzeri dışlayıcı bir tanımlama da yapmadı. 10 maddelik metinde de bu kapsamlı bir tanım, SDG hedeflenerek kullanılmadı. Ayrıca, bir gecede adı “Suriye Milli Ordusu”na dönüştürülen ÖSO’da devre dışıydı.
Maddeler okundukça Erdoğan’ın Türkiye’den giderken murat ettikleriyle bulduklarının farklı olduğu daha da açıklık kazandı. Öyle bir uçtan bir uca “güvenli bölge” falan da açılmamıştı. Kazanım dedikleri, Esad yönetimi lehine ve Rusya’nın pozisyon edinmesine denk düşen Kürtlerin kayıplarıydı…
İçeride ve dışarıda hedef olan Kürtlerdi…
Yıllardır IŞİD’e karşı büyük bir direniş gerçekleştirmiş olan Kürtlerin zayıflatılması üzerine kurulmuş olan “Soçi Mutabakatı”nın, daha önce, 16 Ağustos’ta Türkiye ABD arasında yapılan mutabakatın bir devamı niteliğinde olduğu da çok geçmeden anlaşıldı. Bazı farklar vardı ki, o da Erdoğan heyetinin değil, Rusya’nın, alanda ABD’nin önüne geçtiğine dairdi. Eğer bir başarı varsa o da Rusya’nın Erdoğan eliyle Esad yönetimini güçlendirmiş olduğudur.
Ne Emevi Camii’nde namaz kılınabilmiş ne de “Esed” yıkılmıştır. Aksine Esad’a bu defa masada bir yer de açılmıştır. Ne de Kürtlerin, haklı ve meşru taleplerinde dünya kamuoyundan bir kez daha destek bulması engellenebilmiştir.
Yani her ne kadar “Sahada kazananlar masada da kazanmıştır” dense de işin özü hiç de öyle değildir. Saha da masa da ortadadır…
Özcesi, Erdoğan’ın “muhtıra” dediği “Soçi Mutabakatı”nın esas başarısı Kürtleri biraz daha sıkıştırmış olduğudur. Suriye yeni muhatap düzeyine çıkarılmışken, Kürtler şimdilik bazı kazanımlardan edilseler de uluslararası diplomatik arenada bariz biçimde görünür hale gelmişlerdir. Dünya halkları Kürtlerin ve Rojava halklarının IŞİD’e karşı direnişini unutmamaktadır.
Gerçeklerin her geçen gün daha da netlik kazanacağını göreceğiz. Bugün tüm hesabını Kürtlerin yaşadıkları topraklardan daha içerilere doğru çekilmek zorunda kalmasını başarı sananların aslında 9 Ekim’de başlattıkları ve neredeyse tüm dünyayı karşılarına aldıkları “Barış Pınarı” operasyonuna son vermek zorunda kaldıkları da bir başka gerçek. Sorunları gizleme ve iç politikaya malzeme etmek üzere başlatılmış bu operasyonun içerideki “etkileri” de dağılmaya mahkumdur