Okuma yaşıma gelmeden hocaya koymaya kalkmıştı annem beni. Sözünü ettiğim Hamit Mutlu arkadaşımın nenesi Hadduç hanım mahallemizin tek kadın hocasıydı. Çocuklara Elifba öğretirdi,
Annem, bu hayırlı işten benim de nasibimi almamı ister. Bir sabah orta boy su satılımızın yarısına kadar suyla doldurur. İçine bir gün önceden aldığı erik, kaysı, üzüm gibi meyvelere cum-cum yaptırır.
Küçük satılımıza da sütçüden aldığı sütü doldurt-muştur. Birlikte gidip kapısını çalarız Hocahanım Nine-nin.
Annem ona:
“Eti senin, kemiği bizim,” hoca,” diyerek beni sanki celladıma teslim ederek keyifle geri eve dönmüştür.
Hoca hanım nine ise gelen bu ikramdan memnundur. Beni en ön sıraya oturtur. Vay oturtmaz olaydı. Onun, herkesin başına, omzuna inen değneğine en yakın olanlardan biri olmuştum.
Bunun şanssızlığını yaşadım. Daha ilk günden etimin kedisine ait olmasından yüreklenerek beni epeyce ıslattı Hoca hanım Nine.
Yakında oturmanın değneklik olduğunu hemen an-ladım. O değnekten uzak olmak gerekiyordu. Bunun için ertesi gün kendiliğimden gidip en arka sıraya çöktüm.
Ne var ki, Hoca hanım ninenin sihirli değneği o kadar uzundu ki, burada bile gelip beni bulabiliyordu.
Bir hafta kadar sürdürdüm bu yer altı okulunda eği-timimi. Bu süre içinde ne “elif”i, ne “be”yi öğrenebildim. Ama daha keyifli bir şeyi öğrendim. Elif-beyi ti’ye alan tekerlemeyi…
Bu tekerlemeyi arkadaşlarımla birlikte yinelerken yediğim değneklere karşın benden mutlusu yoktu.
Siz de birkaç günlüğüne olsun Elif-be hocasına gitti-niz mi çocukluğunuzda bilmem. Gittiniz de eğer elif-benin tekerlemesini öğrenmediyseniz hiç “yaşadım” demeyin boşuna.
Yaşlı Hoca hanım uykuya yenilip oturduğu yerde gözlerini yumar yummaz başlardık o tekerlemeyi söyle-meye.
“Elif eyli em um
Be beyli beyli bam bum
Ca ceyli cam cum
Da deyli dam dum
Fa feyli fam fum
Ga geyli gem güm
Ha heyli ham hum
Ka keyli kem küm
La leyli lam lum
Ma meyli mam mum
Na neyli nam num
Pa peyli pam pum
Ra reyli ram rum
Sa seyli sam sum
Şa Şeyli şam şum
Ta teyli tam tum
Va veyli vam vum
Ya yeyli yam yum
Za zeyli zam zum…
Zum zum da zum zum
Dum dum da dum dum…
Hocaanımın gözlerini araladığını görünce hemen makam değiştirilirdi. Bu kez dersle ilgili bir eyler söy-lenmeye çalışılırdı.
“Elif esin e…
Be sin be!
Cim kaaarnındaaaa bir noktaaa…
Elif ötürü ö…”
Hoca hanım gözlerini yumup yeniden kestirmeye başlayınca biz yine dönerdik tekerlememize:
“Elif eyli em um
Be beyli beyli bam bum…”
Tekerlemenin tamamını öğrendiğimde, bu kadar Elifba öğrenciliği bana yeter diye karar verdim o küçük çocuk aklımla.
Sabahları yine boynuma kitap kesemi asarak evden çıkıyordum. Ver Elini Alleben…
Bir çok arkadaşımızla birlikte çıktığımız bu seferde, Alleben’in Yedi Söğüt gölünde kulaç atarak sözüm ona yüzerdik.
Göl de ne göldü ya maşallah(!) 20 tane çocuğu içine balık istifi dizsen ancak sığardı. Suyun yüksekliği belimize bile gelmezdi.
Arada bir bostanlardan artan felhanlı toprağın karışmasıyla suyun kirlendiğini umursamadan şapur-şupur yüzmeyi sürdürürdük. YENİ ÇİZGİ