Nerde O Eski Bayramlar…

.

Nedense geçmişe özlem duyan bir ulusuz. Yaşamın her geçen gün daha da zorlaşmasından mıdır nedir bunun nedeni, bilemeyiz.Oysa aynı zamanda “Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı” diyenler de bizleriz.Eski deyince ilkin aklımıza bayramlar gelir. Hani şu hükümetçe, devletçe artık kutlanmasını istenilmeyen ulusal bayramlarımız değil. Dinsel bayramlarımız…Dinsel bayramlarımız deyince de çocukluğumuzun bayram anıları gelir sıralanır gözlerimizin önüne.Benim çocukluğumun unutamadığım bayram anılarının başında sabah ezanı uyanıp gece birlikte yattığımız bayramlıklarımızı giyinip kuşanmamız gelir.Babamın, annemin elini öperek kopardığım ilk kazancımı cebe attıktan sonra sokakta kafa dengi arkadaşlar bulup birlikte kapı kapı dolaşarak kibar dilencilik yaptığımız aklıma gelir aklıma bunun ardından.Harçlıklarımızı denkleştirdikten sonra yapacağımız ilk işimiz bakkala koşup kız kaçıran, tapa tabancası ile tapa, çatapat filan almak olmazdı.Evet, bakkallara koşardık ama şeker almak için. O zamanlar bakkalların öne şenlik yeri olurdu. Tepsi tepsi dizilmiş rengarenk para şekerleri, badem şekerleri, leblebili şekerler, plarinli kağıt şekerler “Beni ye, beni ye!” diye bizi çağırırdı sanki.Ceplerimizi şekerlerle doldurduktan sonra koşarak Demiryola inerdik. Atatürk Bulvarının halk arasındaki adı böyleydi o zamanlar. Bulvar, dedemin eli büyüklüğünde kesme kara taşlarla döşenmişti.Bu döşeme işini demire benzettiğimizden mi, yoksa halka salınan demiryol vergisinden mi kaynaklanıyordu bu ad bilemem.Demiryolda öteden gelecek bir faytonu gözlerdik. Faytoncu yakınımıza geldiğinde şamatayla el kaldırırdık. Atlara uzun bir “Çüüüş” çektikten sonra dizginleri çekerdi arabacı.O da bilirdi sinekten yağ çıkarılacak günlerin bayramlar olduğunu. Biz ufak tefek müşterilerin cebinde ancak bayram günlerinde olurdu arabaya binecek para.Öbür günlerde yerimiz faytonların içi değil, arkasındaki enlemesine yerleştirilmiş olan demir uzantıydı. Arabanın ardı sıra koşarak oraya yerleştiğimizde keyfimize diyecek olmazdı.Faytonun arkasına asılacak cesareti olmayan başka ufaklıklar da bunun acısını çıkartmayı bilirdi.“Çarp ammi çarp!” diye bağırarak arabacıyı uyarırdı. O anda arabanın arkasında şaklamaya başlardı arabacının kırbacı. Atık nerenize denk gelirse.Aramızda topladığımız bozuklukları arabacının avucuna saydıktan sonra başlardı bayram keyfi. Eski belediyenin doğusundaki Pazar yeri bayramlarda bayram yeri olurdu.Oraya kadar şarkılar, türküler, el çırpmalarda yol alırdık. Belediyenin önünde faytondan indiğimizde bir yarıştır başlardı aramızda. Sanki bize kalmayacakmış gibi atardık kendimizi salıncaklardan, atlı karıncalardan birine.Orada salıncakçının “Yandıııı!..” Uyarısından sonra birinden inip öbürüne binerdik. Sonra da Hacivatçının yolunu tutardık. Hacivat ile Karagözün muzipliklerine karnımız yırtılıncaya dek gülerdik.“Gülün hele çocuklar gülün. Ne ev kirası var, ne kredi kartı borcu var, ne taksit ödemeleri var. Büyüyünce gülemeyeceksiniz nasıl olsa. Elinize fırsat geçmişken gülün…” derdi belki de bugün olsa Karagöz amcamız bize.Bayram değil, seyran değil. Şimdi ben nereden çıkardım bu bayramlık anıları? Şundan: Yılbaşları da artık kutladığımız bayramlar arasında yer alan özel günlerimizden biri. Belki bundan…Durun öyleyse gelecek hafta da eski yılbaşı kutlamalarını anlatayım size.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazar Yazıları Haberleri