Abdurrahman’a karışan olmazsa kimseye karışmazdı. Eğer onu kızdıran olursa da “dinini dinini dinini avradını” diyerek öfkelenirdi.
Acıktığı zaman sevdiği kişilerin verdiklerini yerdi. Herkesin verdiğini almaz ve yemezdi. Parayı bilmediği için para verseler de almazdı.
Sevdiği kişilerin dükkânlarına giderek bir ekmek veya bir meyve alır yerdi. Fazlasını almazdı. Karnı doyduğu zaman verilen yiyeceklerin hiç birini almazdı.
Abdurrahman’ın kimseye zararı olmazdı ve kendi bildiğince herkese yardımcı olmaya çalışırdı. Zarar vermeyi bilmeyen ve herkese mümkün olduğu kadar yardımcı olmak için çalışan Abdurahman’nın yanlış ve kötü bir huyu ve davranışı da yoktu.
Bu huyunu iyi bilen mahalle halkından bazıları Kafası Küçük Abdurrahman’ı söyleterek gülmek ve eğlenmek için:
“Al taşı vur kafama aha s……” dedikten sonra zıbınını açmayı ve cinsel organını göstermeyi öğretmişlerdi.
Abdurrahman’da al taşı lafını duyduğu zaman devamını da dilinin döndüğünce kendisi getirir ve eteğini açarak cinsel organını oradakilere gösterir onlarda kahkahalar atarak gülerlerdi. Tekrar yapması için onu kızdırmaya uğraşırlardı.
Abdurrahman’ı bir gün araba çarpınca ayağı kırıldı. Devlet Hastanesinde ameliyat oldu ve ayağına gümüş taktılar.
Aradan zaman geçmesine rağmen ayağı iyileşmedi. Yaklaşık iki sene evde yattı. Kalkıp yürüyemedi.
Ayağı iyileşmeyen Abdurahman daha sonra duvarlardan tutarak duvar diplerinden topallaya topallaya Akyol, Eblehan, Kırkayak ve Kozanlı mahallerinde dolşırdı.
Abdurrahman bazen Eyüboğlu Mahallesi Kastelbaşı Sokaktaki Sofunun Kahvesine de giderdi.
Kahveye gittiği zaman Kahveci Sofu Mâmet temiz ve nemli bir bez ile onun elini yüzünü silerek temizler, sonra da bir şeyler yedirerek karnını doyururdu.
Sofu Mâmet kahvesine gelen Abdurrahman gibi insanlara her zaman yardım etmiş, onların isteklerini karşılamış, ellerini yüzlerini temizlemiş, yiyecek ve içecek ikram ederek onlara sevgi ve saygı göstermiştir.
Bu durumda olan kişileri hiçbir zaman hor görmemiş ve onlarla el ve dil şakası yaparak eğlenmemiştir.
Abdurrahman’ın kafa yapısını incelemek için Amerikan Hastanesinden gelen kişiler ablasına çok para teklif ettilerse de ablası bunu kabul etmedi.
Ayrıca Abdurrahman’ı dilendirerek para kazandır-mak isteyen kişiler de ablasına çok para teklif ettiler, ama ablası bunların da isteklerini kabul etmedi. Abdurrahman’a zarar gelmesini ve eziyet çekmesini hiç istemeyen ablası her zaman onu korumuş, üst-baş temiz-liğini yapmış, karnını doyurmuş ve evinde ona bakmıştır.
Abdurrahman’ın ablası Fatma’da kalp rahatsızlığı vardı. Rahatsızlığı ilerleyince onu hastaneye yatırdılar.
Ablası hastaneye yatınca da Abdurrahman’a onun kadar bakacak kimse yoktu. Abdurrahman’ın daha iyi şartlarda yaşaması ve bakımı için tanıdıklarının da yardımı ile onu Düşkünler Evine götürdüler.
Ablası Fatma’nın sağlığı hastanede de düzelmedi. Ablası sağlığında dediği gibi hasta yatağında da Allah’a “Yarabbi Abdurrahman’ı benden sonra el âlemin eline bırakma” diye dua ederdi.
Ablası hastanede Kadir Gecesi öldü. Mahalle halkı, eş, dost ve akrabalar ablasının cenaze işlemleri için uğraşırken Abdurrahman’ın da Düşkünler evinden öldüğü haberi geldi.
Sanki ablasının dileği kabul olmuş ve ablasının vefatından bir gün sonra da Abdurrahman 02.02.1992 tarihin-de vefat etmişti. Abdurrahman’ın cenazesini almaya eniştesi, yeğenleri ve Hidayet Kocalar gitti. Gittiklerinde Abdurrahman’ı Düşkünler Evi’nin soğuk bir odasında üzerinde bir battaniye ile buldular.
Cenazeyi almaya gidenler ölüm nedenini sorduklarında görevliler birçok neden saydılar. Neticede Abdurrahman 1992 yılında Düşkünler Evi’nin soğuk bir odasında vefat etmişti.
Abdurrahman’ın ölmesi ile yaşadığı mahalleler ve Gaziantep önemli bir simasını kaybetmiş oldu. Her gün onun zıbınlı halini görmeye alışan kişiler artık onu göremeyeceklerdi.
Abdurrahman denildiği zaman onu tanıyanların aklına onunla yapmış oldukları tatlı şakalar ve anılar gelecekti.
Ölümünden sonra Abdurrahman Gaziantep’e mâl olmuş bir sima olarak Gazianteplilerin hatıralarda yaşayacaktı. Kafası küçük Abdurrahman denildiği zaman onu tanıyan herkesin onunla ilgili tatlı bir anısını hatırına gelecek ve gülümseyerek onu yâd edecekti.
Gaziantep’te bir kişi yanlış yaptığı zaman, o kişinin yanlışını, kabahatini ve noksanını yüzüne vurmadan uyarmak için söylenen:
“Vay Abdurrahman Kafalı” deyimi Abdurrah-man’dan sonra Gaziantep’te söylenen söz olarak kaldı.