Yıl ’80’lerin ortasıydı. Daha bırakın interneti, cep telefonunu, faks bile ancak büyük işyerlerinde vardı. Haberleşme, ağırlıklı olarak mektupla yapılıyordu. Henüz kamu kurumları özel birilerine aktarılmamış, halen insan için hizmet vermeye çalışıyordu. PTT de bunlardan biriydi ve “Kendine mektup yaz, 2000 yılında al” mektup kampanyası başlatmıştı. 2000 yılı çok uzak gibiydi. Darbe yeni yapılmıştı. Çocuklarımız ilkokula gidiyordu. Akademik hayatımızın henüz başlarındaydık. 18 yıl sonra ne olacağına ilişkin fazla bir öngörümüz yoktu. Çoluk çocuk oturup bir mektup yazdık. Hem o günümüzü anlattık yıllar sonra hatırlamak için, hem de 2000 yılında ne olacağımızın tahminlerini yaptık. Sonra hayatın mücadelesi içerisinde unuttuk kendimize yazdığımız mektubu. 2000 yılı yaklaşıyordu. Kimi kıyameti beklemeye başlamıştı. Kimine göre elektronik haberleşme çökecek, yeni yeni gelişmeye başlayan bilgisayar sistemleri, haberleşme sistemleri iflas edecek, dünya büyük bir karmaşanın içerisine düşecekti. 2000 geldi. Hiçbir şey olmamıştı. Doğanın tıpkı 1000 yılında olduğu gibi 2000, 3000 hiç umurunda değildi. Haberi bile yoktu insanın koyduğu sayılardan. Zamanının ne zaman ortaya çıktığının da önemi yoktu onun için, ya da zamanın ne zaman yok olacağının. Tüm evrenin ısısı eşitlenince, hareket bitince her şey duracak ve bitecekti. Ve belki yeni bir şey başlayacaktı. Ama gerçek olan bir şey vardı ve 2000 yılının ilk sabahı kapımız çalındı. Gelen postacıydı. Hani çocukluğumuzda ismen tanıdığımız bekçi ile birlikte mahallemizin umudu olan postacı. Hani gözünün içine baka baka, “Bak postacı geliyor selam veriyor...” diye şarkılar söylediğimiz postacı. Kendimize yazdığımız mektubu getirmişti. Çocuklar üniversiteyi bitiriyordu. Biz de yolun yarısını çoktan geçmiştik. Hep birlikte okuduk heyecanla kendimize yazdıklarımızı. Neyi bilip, neyi bilemediğimizi konuştuk. Fena geçmemişti yıllarımız. Hep üretmiş, bir şeyler becermiştik. Gelmez sandığımız 2000 yılı geldi de üzerinden 16 yıl daha geçti. Kırktan sonra yaşam daha hızlı akıyor sanki. Hani diyorum 2050’ye bir mektup yazsak, alabilir miyiz? En azından, “Mektup gelecek, ben gitmeyeyim. Biraz daha oyalanayım” diye bahanemiz olur gitmemek için. Mektup gelecek evde olmalıyız diye bekleriz 2050’yi. Mektup geldiğinde evde olmamak, mektubu alan orta yaşlı torunumuzu üzmek de var işin ucunda. Mutlu nice bin yıllar.
Geleceğe mektup
.